Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Düşünce ve Vicdan Özgürlüğü Konusu  (Okunma sayısı 3107 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 23, 2015, 02:45:23 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Forum üyelerimizden Sayın mbulut, “Fikri hür vicdanı hür bir nesil nasıl yetiştirilir?” başlığı altında bir konu açmıştı.

Bunun üzerinde bilgi ve görüş üretirken, ister istemez ayrıntılı olarak Düşünce Özgürlüğü konusunda irdelemelere girişmiştik.

Derken bir diğer üyemiz konunun akışını bozdu. Dolayısıyla o başlığı terk etmek zorunda kaldık.

Konuya burada, bu başlık altında devam edeceğiz.

Ancak önce terk ettiğimiz başlıkta yazmış olduklarımızı buraya aktaralım ki, konu içeriğinin bütünlüğü bozulmasın.

************
mbulut

Aslında sorum "tam anlamıyla fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşması nasıl sağlanabilir? " olacaktı fakat tam anlamıyla sağlanamayacağını dile getirenler olabilir düşüncesiyle tam anlamıyla kısmını kaldırmayı uygun gördüm.

Öncelikle bu başlığı açarken zorlandım.Bu zorluğun sebebi ise; düşüncem konuyu sn.ADAM'ın açmasını beklemek ve daha sonra katkıların gelişmesine çalışmaktı.Sn.ADAM'ın bu konuda anlayışına sığınarak,hem kendisini yormayı hem de beklemeyi uygun görmedim.Elbette konu altından yapacağı katkıları olacak ise üye ve ziyaretcilerimiz için yararlı olacaktır.

İlk olarak,tam anlamıyla kelimesi üzerinde kısaca durmak istiyorum.Bence fikir ve vicdan hürriyeti tam anlamıyla sağlanabilir.İmkansız kelimesi yerine zor kelimesini tercih etmeyi seviyorum.Bu hürriyetlerin tam anlamıyla sağlanması zordur ama gerçekleşebilir.İmkansız değildir.

İlk insandan bu yana gelişen insanlığa baktığımız zaman,imkansızlığın olmadığını görebiliriz.İlk çağ insanı taştan silah,ateş yaratırken yine günümüzde taştan nükleer silahlar,kıymetli takılar yapılabileceğini düşünebilirmiydi? O tarihte yaşayan insan için bu günümüz imkansızdı. Dolayısıyla her geçen gün düzenli gelişim sonrası,insanlığın bu hürriyetlere tam anlamıyla sahip olabileceğini söyleyebilirim.

Nasıl sağlanabilir?  sorusuna karşılık olarak aklımıza birçok cevap gelebilir.Düşünmek, okumak,sevmek vs. birçok cevap verilebilir.Hepsinin irili,ufaklı faydası olacaktır.Bu nedenle hepsine yer verip,detaylandırmak yerine başlıca fayda sağlayacak olanları seçmek istiyorum.

Hoşgörü veya tolerans ; hoşgörü kelimesini kullanmayı tercih ediyorum.Hoşgörü hem bireysel hem toplumsal bir davranış olarak uygulandığı zaman fikri hür, vicdanı hür nesillerin oluşması sağlanabilir.Bireysel ve toplumsal olarak ayırmamın sebebi; kişi farklı düşünce ve davranışlara karşı anlayışlı davranabilir fakat aynı hoşgörü kendisine gösterilmediği zaman fikri ve vicdani hürriyeti kısıtlanır,gelişmesi engellenir.Hoşgörü,özgür bireylerin oluşmasının en önemli yapı taşıdır.Masonlukta kullanıldığı gibi her türlü bağnazlık ile savaşmak gerekir.Savaşta kullanilacak olan silahlar ise hoşgörü, sevgi,bilgi gibi kavramlardır.Bu kavramların her biri forumda irdelenmiş olup tekrardan incelenmesi bir sıkıntı oluşturmaz,sadece konunun uzatılmasına sebep olur.O yüzden fazla detaylandırmadan ihtiyacımız olan diğer kavramlara geçelim.

Sevgi ; karşılık beklemeden sevebilmek.Sevgi bir karşılığa bağlı olabilir mi ? Belki de olabilir.Nitekim böyle bir ifade varsa karşılıklı sevgi var demektir.Karşılıksız sevgi fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşmasında kullanılacak olan kavramlardan bir tanesidir.Kişi başkalarını ayırım gözetmeksizin sevmeli.Bu sevgi dış görünüşün dışında karşısındakinin gönlüne hitap etmeli.Düşüncelerine,duygularına ve davranışlarına katılmasa bile sevmeli,anlayışlı olmalı.Hoşgörünün temelinde sevgi vardır."Hoşgörülü davranıyorum fakat düşüncelerinden dolayı o yanlış bir insan,bu yüzden onu sevmiyorum." şeklinde bir kelime kurulabilir mi ? Elbette bu durumda kişinin hoşgörülü biri olduğunu söylemek yanlış olur.Sadece hoşgörülü davranmaya çalışan biri olarak adlandırmak doğru olanıdır.Sevgi ve hoşgörü bu yolda yeterli değil.Başka aletlere,kavramlara ihtiyaç olacaktır.

Cehalet; "Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumuş olanları kastetmiyoruz.Kastettiğimiz ilim,hakikati bilmektir.Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi,hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. " M.Kemal Atatürk' ün söylediği gibi,cehalet bu yolda en önemli engellerden birini oluşturur.Bu engeli ortadan kaldırmak ve onunla savaşmak gerekir.Cehalet sadece okul okumakla giderilmez.Temeli özgür düşüncenin yanısıra bir takım ahlaki erdemleri kişinin kendisinde bulunmasıyla giderilebilir.Cehalet,bilgisizlik olarak tanımlandığına göre sadece okuyarak mı insan bilgi sahibi olur ? Dinleyerek,düşünerek,yaşamındaki derslerden sonuçlar çıkarıp gidermeye çalışarak...

Cehalet ve bağnazlık birbiriyle yakın kavramlar olmasına rağmen ayrı ayrı değerlendirilmelidir.Cahil olmayan bağnazların varlığının temelinde yatan hoşgörüsüzlük, sevgisizlik haliyle cehalet kavramına bağlanabilir.

Bireysel açıdan en önemli alet ise düşünmek.Özgürce,bir baskı altında kalmadan,başkalarının kalıplarına girmeden ve başkalarına zarar vermeden düşünmek ve davranmak.

"Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar" terimindeki hür kelimesi operatif masonluktan gelmiş olsa da masonluk için önemli bir anlamı vardır.Aynı zamanda masonluğu benimseyen,olmak  hariciler içinde..Harici olan kişi masonluğun aradığı niteliklere uygun olsa bile masonluğa dahil edilemeyeceğini,bir masondan davet alması gerektiğini düşünür.Oysa ki özgür düşünen ve davranan harici için durum farklı olmalıdır.Bir takım kuralları çiğnemeden,özgür bir şekilde düşünüp,davranmak fikri  hür,vicdanı hür bir bireyin oluşması için esastır.

Fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşmasını sağlamak için başlıca öngördüğüm çözüm önerilerini ifade etmeye çalıştım.Sizlerinde yapacağınız katkılar sayesinde bu hürriyetlerin sağlanıp/sağlanamayacağını değerlendirmek dileğiyle
.

propulsio

Bu başlık için görüşlerimi aktarmaya tanımları vererek başlamak isterim.

Öncelikle fikir nedir?

Fikir veya eş anlamlısıyla düşünce, TDK sözlüğünde “Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, mütalaa, fikir, ide, idea” şeklinde tanımlanmaktadır.

Sayın ADAM tarafından hazırlanmış olan forumumuzdaki Mason Sözlüğünde ise biraz farklı olarak “Düşünme yetisinin kullanılmasıyla oluşturulan soyut ürün.” biçiminde tanımlanmaktadır. Tabii burada tanımı verilen düşüncenin aslında bir zihinsel üretim sonucunda oluştuğunu da gözden kaçırmamak gerekmektedir.

Tanımlardan hareketle düşünce hürriyeti nedir sorusu için yine Mason Sözlüğüne bakarsak “Bireyin, hiçbir zorunluluk, bağımlılık, baskı ya da etkilenme altında kalmaksızın, düşünme yetisini kullanarak kendi düşünülerini oluşturabilmesi ve bunları başkalarına aktarabilmesi.” biçiminde tanımlandığını görebiliriz.

Vicdan nedir?

TDK sözlüğünde “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç”  olarak verilmektedir.

Forumumuzun Mason sözlüğünde ise tanımı “Bireyi, kendi tutum, eğilim, istem, düşünü, davranış ve kararlarını yargılamaya yönelten duygu.” biçimindedir.

Bu iki tanımdan sonra Mason sözlüğünde vicdan hürriyetinin tanımı şu şekildedir: “Bireyin, görüş, bireysel yargı ve inançlarında, her türlü baskı ve kısıtlamadan arınmışlığı.”

Sayın mbulut’un başlıkta sorduğu  “Fikri Hür Vicdanı Hür Bir Neslin Oluşması Nasıl Sağlanabilir?” sorusunun cevabı için öncelikle fikir (düşünce) ve vicdan özgürlüğü için gerekli ortamın hazırlanması gerektiği söylenebilir.  Bu konunun bir hak olduğunu ve aslında Birleşmiş Milletler-İnsan Halkları Evrensel Beyannamesinde yazan bir hak olduğunun bilmek gerekir.

Pekiyi nasıl bir ortam?

Bunun için yukarı tanımları incelemek gerekir diye düşünüyorum Ben. Her iki tanımda da aşağıdaki gibi bir ortama vurgu olduğunu görebiliriz:

“Böyle bir neslin oluşması için; her türlü zorunluluklardan, bağımlılıklardan, baskılardan, etkilenmelerden arınmış bir ortamın olması gereklidir” demek yanlış olmayacaktır.



Gerek Forumumuzun Mason Sözlüğüne gerekse Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğüne bakıldığında fikir=düşünce olduğu görülebilir.

Bu konuda elbette ki Sayın mbulut yaptığı;

Alıntı yapılan: mbulut - Ocak 22, 2015, 04:05:49 ÖS

    Fikir aslında düşüncelerin ifade edilmesi sonrası oluşmaz mı?


gibi bir yorum yapılabilir. Ama sanırım o zaman başlığın biraz daha değişmesi yani farklı bir başlık altında inceleme yapılması gerekecektir.

Alıntı yapılan: propulsion - Ocak 22, 2015, 02:16:36 ÖS

    “Böyle bir neslin oluşması için; her türlü zorunluluklardan, bağımlılıklardan, baskılardan, etkilenmelerden arınmış bir ortamın olması gereklidir” demek yanlış olmayacaktır.


Bu bahsettiğim hususlardan arındırılmış bir toplum oluşabilir mi?

Oluşursa yöntem nedir?

Kendi yorumumu söylemem gerekirse %100 oluşması beklenemez.

Ama %100 oluşamaz diye bu yönde gayret göstermemek de yanlış olur elbette. Çünkü her gün bir öncekinden daha iyisi olsun diye gayret gösterilebilir.

Bu süreç için tamamlanmıştır şeklinde bir ifade kullanmak da  yanlış olacaktır. Yapmamız gereken ise az önce dediğim gibi yapmamız gereken her günümüzün bir öncekinden daha iyi olmasını sağlamaktır.

Bu sayede gelecek nesillere bugünkünden biraz daha iyi bir ortam vermemiz sağlanacaktır. Bu sürecin duraksamadan devam etmesi gerektiiğini de not etmek gerekir
.

ADAM

Sayın mbulut, “Her insan düşüncelerinde özgür olabilir fakat düşünceler ifaedeye dönüştüğü zaman birtakım kanuni kısıtlamalar ve toplumsal baskılar ile karşılaşıldığı görülmektedir.” demişti.

Doğru gibi ama doğru değil çünkü o birtakım kanuni kısıtlamalar ve toplumsal baskılardan önce ana-baba başta olmak üzere aile ve yakın çevre yönlendirmesi söz konusu oluyor.

Bu konuda dünya çapında bir yetke sayılan John B. Bury, insanın düşünmede özgür olduğunun her zaman ve her yerde söylenegelmiş olduğunu, doğal olarak bir kimsenin istediğini düşünmekten, düşüncelerini açığa vurmadığı sürece alıkonulamayacağını belirtir ama arkasından ekler: «Bununla birlikte, kişinin imgeleme yeteneği, görgüsü ve tecrübesi, düşüncelerinin kapsamını sınırlamaktadır. İnançların, korkuların, heyecanların ve benzer duyguların da insanın düşünceleri üzerinde kısıtlayıcı veya belirli bir yöne çekici etkileri vardır.»

Burada şu imgeleme yeteneği çok önemli… Bunun koşullandırılması veya kısıtlanması ise kişiye düşünebilme olanağının verilmemesi demektir. İşte bu durumda, bırakın  düşünce özgürlüğünü yani düşüncelerin özgürce aktarılabilmesini, düşünebilme özgürlüğü bile ortadan kaldırılmış demektir. Çünkü insanın belirli kalıplara göre düşünmesini istemek, hiç düşünmemesini istemekten farksızdır,

İşin ilginç yanı, o düşünmesi olasıya kısıtlanmış insan, özgürce düşünebildiğini sanır.

Bu özgürlüğünün elinden alınmış olduğunu fark ettiğinde, artık yaşlanmıştır, iş işten geçmiştir.

Bunları yazdığımda, Sevgili Can Yücel’in şu ünlenmiş şiirini anımsadım ve cuk oturduğu için buraya yerleştirivereyim dedim.

20 YAŞ 35 YAŞ 40 YAŞ VE BUGÜNKÜ BEN

-Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim- diye düşündüm.

Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.


Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.

Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.

Geldiler.

20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.

Birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.
yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.


Yatıştırayım dedim.
-Sen karışma moruk- dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine .
..

İmgeleme yeteneğine dokunulmamış, doğal gelişimini sağlamış bir insana düşünebilme olanağının verilmesi yeterli değildir. İnsanın düşüncelerini başkasına aktarmasına da olanak tanınmalıdır.

İşte bu noktada düşünce özgürlüğüne girmiş oluyoruz.

Düşüncelerin aktarılmasına engel olunursa, kişinin kendine özgü düşünce özgürlüğünün pek bir değeri kalmaz. Böyle sınırlı bir özgürlük, kişiyi hiç de hoşnut etmeyeceği gibi, düşüncelerini yalnızca kendine saklamak zorunda kalışından ötürü ona acı da verebilir.

Böyle bir durumun topluma yararı nedir?

Hiç!

Masonluğu diğer birtakım ezoterik, özellikle gizemci (mistik) kurumlardan ayırırken, şunu vurguluyoruz: Masonluk sadece bireyin (masonun ) kendisi geliştirmesini öngörmekte değildir.  Bu gelişmiş bireyin topluma katkıda bulunmasını, Masonluğun amaçları doğrultusunda yarar sağlamasını d a gözetir ve bekler.

Dolayısıyla, kişinin özgür düşüncelerini toplumsal katmanlara aktarması da en az özgürce düşünebilmesi kadar önemlidir.

Ancak şöyle bir durum var: Bir kimsenin özgür düşüncesi, çevresindekilerin yaşayış, davranış ve anlayışlarına düzen veren fikir ve alışkanlıkları eleştirmeye yönelebilir.

Hangi şairin dizelerinde geçiyordu o?

Suya sabuna dokunmazmış.
Pis!

Kişinin bireysel boyutta gelişimi gibi toplumsal boyuttaki gelişime katkıda bulunması için suya sabuna dokunması gerekiyor.

Dolayısıyla toplumu iliştirmek de var bu işin içinde.

Toplumu eleştiren düşüncelerin gelişmesi, düşünen kişiyi, çevresindekilerin doğrularını yadsımaya, onlara karşı çıkmaya zorlayabilir. Hele düşünen kişi bir de insancı (hümanist) olur ve yakınındakilerin yaşantılarından daha iyisinin bulunabileceğini tasarlamaya başlarsa, düşüncelerini açıklamaması olanaksızlaşır.

Demek oluyor ki, daha önce değinmiş olduğumuz şu düşünme özgürlüğünün önem kazanabilmesi için onun düşündüğünü söyleme özgürlüğü ile birlikte olması zorunludur. Ancak düşünme ve düşündüğünü söyleme özgürlüğü bir araya gelince “düşünce özgürlüğü”nden söz edilebilir.

Ancak tarih, insan topluluklarının büyük çoğunlukla düşünce özgürlüğüne karşı çıktığını göstermiştir.

İnsanın düşünmede özgür olduğu söylenegelmiş ve bununla da kalınmayarak uygarlıklar yaptıkları yasalarda kişinin düşünmekte, düşündüklerini söylemekte hatta yaymakta özgür olduklarını ileri sürmüştür ama…

Ama…

Düşünce özgürlüğü beraberinde yeni fikirler getirdiğinden;

yeni fikirler  de o zamana kadar toplumda kökleşmiş bulunan inançları sarsmaya yöneleceğinden;

 insanlar ve topluluklar düşünce özgürlüğünü kimi zaman bilinçsiz, kimi zaman bilinçli fakat genellikle güdümlü olarak tepkiyle karşılamışlardır.

Neden?


mbulut


Düşüncelerin aktarılmasından bir önceki aşama olan imgelem ile alakalı Sayın ADAM yazısında Can Yücel'in örneği ile birlikte güzel bir aktarımda bulunmuştu.

İmgeleme yeteneğinin kısıtlandırılması toplumsal nedenlere bağlı olduğu kadar bireysel nedenlere de bağlı olabilir.Bir kişiye bir olay karşısında hoşgörü ile yaklaşmayı düşündüğümüzde, aklımıza hemen "beni aptal yerine mi koyar veya beni düşüncelerine kabul ettirdiğini mi düşünür " şeklinde birçok düşünce zihnimizde canlanır. İşte bu durumda kişinin olumlu/olumsuz düşüncelerini aktarması kısıtlanabilir.

Bireysel olarak daha çok inanç ile bağlantılı düşüncelerde bu kısıtlama görülür. Örneğin ;Günah ve mekruh kavramları. .

Böyle bir durum karşısında cesaretli olmanın yanısıra akıllı davranmak gerekir.Düşünceler aktarılırken toplumun tepkisi, anlayışı önemlidir. Kişi düşüncelerini aktarırken ne baskı kurmalı ne baskı altında kalmalıdır.

Gündemde şu sıralar yer aldığı gibi Suudi bir imam dünyanın dönmediğini düşünmüş ve toplum ile düşüncesini paylaşmıştır.Aynı durum 500 yıl önce tam tersi bir şekilde gerçekleşmişti. Burada ise dünyanın döndüğünü söyleyen bir imam değil bir bilimadamı vardı. Kendisine idam cezası verilmiş daha sonrasında karardan vazgeçilmişti..

Kısacası Sayın ADAM'ın sorusuna cevaben ilk sırayı din ve inançların aldığını söylemek yanlış olmaz herhalde..



ADAM

Her ne kadar düşünme etkinliği insanda doğuştan gelme bir içgüdü ise de, insan beyni doğal olarak tembeldir; herhangi bir sorunun anlaşılma ve çözümünde en az zorlukla karşılaşacağı yolu tutmaya yönelir.

Beyin tembelliğinin olağan düzeyde olduğu bir insanın düşünce evreni, sorup araştırmadan kabul ettiği ve sımsıkı sarıldığı inançlarla doludur.

Sıradan bir insan, kendi düşünce evreni kapsamında iyice alışmış olduğu düzeni alt üst edecek her şeye karşı bilinçsizce düşmandır.  Hele körü körüne bağlandığı inançlardan bazısı ile kaynaşamayacak bir yeni düşence ile karşılaşırsa dehşetli tepki gösterir çünkü bu yeni düşünceler kafa yapısına değişik bir düzen vermeyi gerektirecektir.

Bunu gerçekleştirebilmek ise oldukça zor bir iştir; çünkü büyük ölçüde beyin gücü harcama sıkıntısına katlanma gerekliliği vardır. Oysa nedeni, nasılı ve niçini araştırılmadan kabul edilmiş düşünceleri korumak çok daha kolaydır; üstelik rahat.

Böylece, sıradan bir insan ve toplumların büyük çoğunluğunu oluşturan onun gibiler, yerleşmiş inançlarının ve alışkanlıklarının doğruluğuna kuşku konduran tüm yeni düşünceleri kötü görür. Bunlar, hiç de hoş olmayan, yadırganan şeylerdir.

Düşünme tembelliğinden doğan yadırgama, bir sonraki aşamada korku duygusu ile karışınca, nefrete dönüşür.

İnançları koruma içgüdüsü, bunların yapısındaki herhangi bir değişikliğin, toplum düzenini temelinden sarsacağı endişesiyle sertleşir. Devleti etkisi altına alır ve giderek tutucu (muhafazakâr) bir doktrinin kurulmasına önayak olur.

Bir devletin, onu oluşturan insanların gönenç ve mutluluğunun, ancak gelenek ve görenekleriyle anlayış ve yöntemlerinin korunması suretiyle sürdürülebileceği inancı, yakın geçmişte ve sadece bazı ülkelerde terk edilmeye başlanmıştır.

Olanı olduğu gibi koruma içgüdüsü ve onun sonucu olan tutucu doktrin, batıl olarak da nitelenen kör inançlarla da güçlendirilir.

Toplumsal yapının tüm geleneklerinin ve törelerinin dinsel inançlarla sımsıkı bağımlı olduğu ve böylesinin tanrısal katman korunduğu tartışmasız kabul edilince, sosyal düzen üzerindeki herhangi bir eleştiri, artık dine karşı saygısızlık sayılır. Hele dinsel inançlar bilimsel ve akılcı yolla irdeleniyor ve kurumlar eleştiriliyorsa, bu durum Tanrı’nın buyrultusuna düpedüz meydan okumak olarak nitelendirilir.

Artık o tutucu doktrinin etkin olduğu yerlerde yeni düşünceler yadırganmakla kalmaz, çok zararlı hatta tehlikeli görülür. Kabul edilmiş olan ilkelerin nedeni, niçini ve nasılı hakkında uygun görülmeyen sorular soran her insan, kötü ve topluma zararlı bir kişi hatta bir hain sayılır.

Yeni ve özgür düşüncelere düşmanlık kazandıran bu şekildeki sosyolojik ve psikolojik etkenler, toplumda sözü geçen ve kişisel ya da sınıfsal çıkarları yerleşmiş düzen ile ona destek olan düşüncelerin sürdürülmesine bağlı olan insan ve kurumların eylemsel karşı çıkışları ile, sonunda devlet ve ülke teokratik düzenin yörüngesine oturtulmuş olur.

Düşünce özgürlüğüne engel olan bu etkenler, tarih boyunca gelişme içindeki toplumlardaki değişim hızını yavaşlatmış, bazı toplumlarda ise gelişmeye - özellikle de bilimsel ilerlemeye- kesinlikle engel olmuştur.

Çağımızda tutucu güçler, devrimci düşüncelerin gelişmesini ve yayılmasını engelleme olanağına sahip olamasalar bile, köstekleyici etkileri sürmektedir. Yeni bir özgür düşüncenin can sıkıcı, rahat kaçırıcı hatta tehlikeli olduğuna inanmış olanlar ne yazık ki hâlâ çoğunluktadır.

Düşünce özgürlüğünden yana olduklarım söyledikleri halde, söylemleriyle eylemleri farklı olup özgürlükleri sınırlamak isteyenler, genellikle toplulukların yöneticileri ya da bu yöneticileri etkileyebilecek nitelikte baskı olanağı bulunan kişi ve kuruluşlardır. Yönetim sorumluluğunu üstlenmiş olanlar, topluma aykırı eylemlerin işlenmesini yasaklamak ve cezalandırmak nasıl görevleri gereği ise, zararlı ve tehlikeli gördükleri ya da öyle olduğuna inandırıldıkları düşüncelerin yayılmasını önlemenin de kendi üstlenmiş bulundukları yükümlülüklerinden olduğunu ileri sürer.

Bu yöneticilere göre; bir kimsenin, toplumun genel inanç, töre, görüş ve benimseyişlerine aykırı düşünceler üretip yayması, başkasının malını çalmak çok daha kötü ve çok daha zararlıdır; çok daha büyük bir suçtur.

Bunlar günümüzün olguları değildir. Avrupa’daki Orta Çağ karanlığının olguları ile sınırlı da değildir. Devlet yönetimini elinde tutan bu gibiler ile geniş halk kitlelerini etkileme olanağına sahip olan sınıfların, düşünce özgürlüğünü sınırlama çabalarına, bu özgürlüklerin en geniş göründüğü Antik Grek uygarlıkları döneminde bile rastlanmaktaydı. Ancak gelin o tarihsel olguya değinmeyi şimdilik daha sonraya bırakalım da, önce şu anlattıklarımı bir sindirmeye ve değerlendirmeye çalışalım.


mbulut


Bireysel olarak tembelliğin yanısıra bilgisizlik,cesur olmamak gibi etkenler söylenebilir.

Sayın ADAM'ın belirttiği gibi insanlığın tembelliği ve basit cevaplar ile yetinmeleri,arayış içinde bulunmamaları ve böyle bir çabada bulunmadıkları için çalışmamaları fikir üretememelerine dolayısıyla paylaşamamalarına neden olmaktadır.

İnanç konusunda islamiyeti ele alacak olursak insanın neden,nasıl yaratıldığı basit ve kolay anlaşılır bir şekilde insanlara aktarılmıştır. Dini anlatımların değiştirilemez olduğunun öne sürülmesi insanın tembelliğini savunur niteliktedir.

Bilmem tekrardan anlatmaya gerek var mı?

İnsan topraktan yaratılmış,Allah seytanı cezalandırmış ve kıyamet gününe kadar kendisine süre vermiştir. İnsanoğlu kıyamet gününe kadar dinin gerektirdiği belli şartları yerine getirecek, şeytana uymayacak ve hakettiği ödülü alacaktır. Ortada aslında büyük bir çelişki vardır. Şeytandan üstün olarak yaratılan bir varlık olan insan nasıl olurda sadece böyle bir iddaanın parçası olur?..

Bu aktarım bir örnek teşkil etmektedir.Bu yazdıklarımı islami bir forum içerisinde yazmış olsaydım belki de üyeliğim sonlandırılır,çeşitli hakaret ve tehditlere maruz kalabilirdim.Halbuki söylediklerim inkar değil mantıklı bir arayıştır.Sayın ADAM'ın belirttiği gibi yukardaki anlatımıma karşı çıkacak olanlar söylediklerimi kabul etmediklerinden değil kendi düşüncelerini değiştirmeye,geliştirmeye kapalı tutanlardır.Bu kapalı tutumu gerçekleştirenler toplum o ortamda cezalandıracak olan ise yönetim yani (devlettir.

Bireysel olarak zor,toplumsal olarak ise daha zor..

Geleceğe yönelik bir çalışma yaparken geçmişteki tecrübelerden, olaylardan faydalanmanın önemi yadsınamaz. Özellikle bu konuda gelecek olan bilgileri heyecanla bekliyor olacağım.

Bu süreye kadar belki farklı katılım ve düşünceler gelir ve alabildiğimiz kadar bilgi alır en önemlisi uygulamaya geçirebiliriz
.

ADAM

Batı dünyasında bildiğimiz kadarıyla, Antik Grek düşünürleri, düşünce ve tartışma özgürlüğünün ilk yaratıcıları sayılabilir. Düşünce özgürlüğü, bilim alanındaki atılımlarının, politik kuruluşlardaki tecrübelerinin, felsefi çalışmalarının en büyük dayanağı olmuş, edebiyat ve sanatta da yüksek bir düzeye erişmelerini sağlamıştır. Özellikle M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda, Anadolu kıyılarında kurulan İyon uygarlığı, özgür düşüncenin beşiği olmuş, daha sonra gelişen Batı Avrupa bilim ve felsefesinin temelini atmıştır.

Antik Grek uygarlığındaki özgür düşünce akımının böylesine gelişmesinde, o dönemde görev kutsallığını tanrılardan alan güçlü bir rahipler sınıfının bulunmayışı ve tapınaklardaki rahiplerin de kendi çıkarları için toplum üzerinde baskı kuran bir kast biçiminde örgütlenmemiş olmalarının önemli payı vardır. Bununla birlikte özgür düşüncenin önde gelen filozoflarından çoğu, ya uzaklara kaçmak zorunda kalmış ya da Atina’da mahkum olmuştur.

Antik Graem uygarlığındaki tüm düşünürler, kutsal şeylere dil uzattıkları gerekçesiyle suçlanmış veya yargılanmış, ancak bu toleranssızlık havasının gerisinde çoğu kez politik nedenler ve başka amaçlara hizmet etmek için yapılan kışkırtmalar yer almıştır.

Romalılar’da ise cumhuriyetin son devirleri ile imparatorluğun ilk zamanlarında, düşünce özgürlüğü üzerinde hiç baskı kurulmamıştır. Hıristiyanlık kurulana dek tüm dinlere ve düşüncelere tolerans göstermek, Roma iç politikasının genel kuralı olmuştur.

Bununla birlikte bu toleransa oldukça zıt görülebilecek bir tutum ise, Hıristiyanlara karşı sürdürülen şiddet eylemleridir. 4. yüzyıl başlarına doğru zayıflayan Hıristiyan düşmanlığı, Roma’da dinsel özgürlüğün zaferi ile sonuçlanmış ve Büyük Konstantin’in Hıristiyanlığı kabul etmesiyle de düşünce tarihinde de yeni bir dönem açılmıştır. Bin yıl kadar süren Orta Çağ boyunca, bir yazarın  dediği uyarınca (şimdi onun adını anımsayamadım) akıl zincire vurulmuş, düşünce köle olmuş, bilgi ise hemen hiç ilerleyememiştir.

Hıristiyanlık Batı dünyasında yaygın bir duruma geçip de devlet gücüne dayandığı zaman, Hıristiyanlar, kendilerinden öncekilerin dinsel inancın zorla kabul ettirilemeyeceğine ilişkin toleranslarını terk ederek, insanların evrenin sırları hakkındaki düşüncelerini tam bir şekil birliği içinde toplamak emeliyle hükümetlerin de benimsediği bir baskı politikası uygulamaya girişmişlerdir.

Dindeki hatalı davranışları nedeniyle Tanrı’nın düşmanı (!) durumuna düşenleri, -erdemli kimseler bile olsalar- yeryüzünden kaldırmak kutsal bir görev haline gelmiştir.

Toplumların tüm gelenek ve göreneklerinin “Tanrı Emri” diye kutsallaştırılması, felsefi ve bilimsel gelişmeye kesinlikle engel olmuştur.

Bütün insanları boyunduruğa vurmak, zihinleri felce uğratmak ve herkesi kör bir itaat altında tutmak için ortaya çıkarılan engizisyon adlı ünlü baskı ve kıyım sistemi hemen tüm Avrupa ülkelerinde örgütlendirilmiştir. Bu örgüt tüm Orta Çağ boyunca bazı ülkelerde düşünce özgürlüğünü hepten kaldırmış, diğerlerinde büyük ölçüde bir kısıtlama ve sindirmeyi Rönesans dönemine kadar sürmüştür.

Engizisyon uygulamasının insanı dehşete düşürücü örneklerinden biri, Galileo Galilei’nin başına gelenlerdir. Yaşlılığından ötürü idam edilmeyen bilgin, ömrünün son günlerinde bir dostuna içinde şu iki tümcenin de yer aldığı alay dolu bir mektup yazmıştır: «Kopernik sisteminin batıl olduğundan özellikle biz Katoliklerce kuşku yoktur. Kutsal metinlerin reddedilmez ve çürütülmez otoritesi ile o sistem iptal edilmiştir.»

Nerelerde gezindiğimin farkında değilim. Çalaklavye yazarak Batı dünyasında Orta Çağ sonlarına geldim. Belki bir sonraki aşamada Orta Çağ karanlığını giderecek ve yüzyıllar boyunca tutsak edilmiş olan aklı kurtaracak olan düşünsel ve sosyal bir eylemle eski klâsik kültürün yemden doğuş akım olan Rönesans’tan da biraz söz ederiz.


Bu Forumda kendisine İNSAN adını takmış olan üyemiz, ne yazık ki bize bu azabı çektirdi ve bizi o başlık altındaki önemli yazıların bir bölümünün buraya teker teker kopyalanması gibi bir cefaya katlandırdı. Bu başlık çok önemli olmasaydı, bu İNSAN olmakla hiç de bağdaşmayan o yapıp etme üzerine belki bu sıkıntıya katlanmazdık. 

Arada atladığımız kısa nıotları yazmış üyelerimiz var. Onlardan özür dilerim.

Şimdi bırakmış olduğumuz yerden devam edebiliriz.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 24, 2015, 12:46:01 ös
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Rönesans, 13. yüzyılda İtalya’da başlayarak tüm Avrupa’yı etkisi altına almıştır.

Bu hümanist akıma paralel olarak gelişen dinde reform eylemleri, aslında düşünce özgürlüğüne herhangi bir katkıda bulunmamış olmakla birlikte, Katolik Kilisesi’nin mutlak gücünü yitirmesine yol açmıştır. Böylece, Protestan mezhepleri, Rasyonalizme yönelme açısından bir atlama taşı rolü oynamıştır.

16. yüzyılın sonlarına doğru artık insan için bedensel ölüm ötesi dünya ile uğraşma yerine, bu dünyada mutluluğu ve gerçekleri aramaya karşı ilgi artmıştır. Bu zihinsel gelişmeyle birlikte tolerans da genişlemiştir.

17. ve 18. yüzyıllarda Rasyonalizm hayli gelişme göstermiştir. Bu devirde artık bu kez dinsel inançların uygulaması aklın egemenliği altına girmeye başlamıştır. Çağın yazarları, düşünürleri ve bilim adamları, batıl inançlara karşı sistemli bir savaşım vermeye girişmişlerdir. Ancak Rasyonalizmin bilim ve insanlık uğruna peş peşe zaferleri 19. yüzyıl öncesinde zor görülür. Çağımızın özgür düşüncesinin temelinin 19. yüzyılda kurulduğunu söylemek belki daha doğrudur.

Milattan önceki çağda düşünme ve tartışma özgürlüğünün önemi ve değeri, Sokrates tarafından nasıl ortaya konmuşsa; ondan iki bin yıldan fazla bir süre sonra John Stuart Mill, düşünme özgürlüğünün haklılığını modern bilim yolu ile, üstelik bir de düşünce özgürlüğünün toplumsal ekonomik yararları nasıl sağladığını belirterek, bilimsel düzeyde kanıtlamıştır.

Düşünce özgürlüğünün kısaca özetlemeye çalıştığım bu tarihsel gelişimi şunu göstermiştir: Korkunç işkenceler, sürülmeler, ölüm cezaları ve sınırlama ya da kısıtlama girişimleri, insanın bu doğal hakkını hiçbir zaman yok ediyor.

Daha önce sözünü etmiştim ya Namık Kemal’den o beyti getireceğimi… İşte şimdi tam sırası:
 
“Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-i hürriyet.
Çalış idrâki kaldır mukdedirsen âdemiyetten.”


Dedik ve durduk.

Daha önce şunu da demiştik: İşte şimdilerde Türkiyemiz gibi kimi yerlerde onun kaldırılmasına çalışılıyor. Öyle ki insanlarımız sonrasına hiç ulaşamasın…
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 24, 2015, 08:46:52 ös
Yanıtla #2
  • Mason
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 512
  • Cinsiyet: Bay

Özellikle ve ilk olarak ülkemize baktığımız zaman,eskisi gibi ölüm cezaları,fiziki işkenceler olmasa da insanların yaşamlarını,özgürlüğünü kısıtlayacak birçok uygulama devam etmektedir.Tarihe bakarak bugünümüzü kıyasladığımız zaman insanların düşünce özgürlüğünün geçmişe oranla daha ileriye taşınması,ilerletilmesi gerekirken ülkemiz adına geride kalarak ya da yerinde sayarak gelişmediğini,gelişmesinin önüne engeller konulduğunu görmekteyiz.

Bireysel olarak sağlanması zor olan düşünce özgürlüğünün yanına toplum baskısı,yönetim baskısı eklenince bu yerinde saymaları veya ileri gidememe sebeplerini daha net anlamış bulunmaktayım.

Devlet aldırış etmiyor,toplum kulak asmıyor,öğretmenler idealist değil,insanlar umursamıyor.. Nereye kadar sürecek bu durum ?..
Görmek, varlığın yükselişidir.


Şubat 25, 2015, 09:39:29 öö
Yanıtla #3
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Gerçeği bulabilmek için en kestirme yolu seçen insan beyni ne kadar tembel olursa olsun, düşünmekten geri kalmayacak ve hep anlamaya çalışacaktır.

Topluluk kitlelerini dogmalara saplayıp batıl inançlara gömerek, kişisel ya da zümresel çıkarlarını korumaya çalışan (üstelik bir de toplumların ancak bu yolda mutluluk, rahatlık ve kurtuluşa yönelebileceğine kanmış olan) durağan/atıl düşünceli ama kendi bildiğini sağlamakta çok etkin yönetici veya otoritelere karşı aklın açacağı savaş, her yerde er geç özgürlük lehine zaferle sonuçlanacaktır.

Sabırla beklemeye dayanabilenler için bu böyle. Aslında bir sonraki nesle kalabilir bu bekleyişin olumlu bir sonuca yönelmesi.

20. yüzyıl dünyasında daha hâlâ düşünme ve tartışma özgürlüğünü elde edememiş toplum ve ülkeler vardı; günümüzde de var. Ancak, düşünmekten ve düşüncelerini söyleyip tartışmaktan alıkonmaya kalkışılan toplumların düşünce ve söz özgürlüğü aşkı sürekli olarak kamçılanacak ve sonunda bir gün patlayacaktır.

Evrensel diyalektik yasalardan Nitelikten Niceliğe Geçiş Yasası’nın kaçınılamaz gereği bu.

Gerçi tarih boyunca bu özgürlüğün elde edilişi, elde edebilmiş olanlar bakımından onlarda pahalıya mal olmuştur ama sosyal gelişmenin kayıtsız koşulsuz bir tartışma özgürlüğüne bağlı olduğu da kanıtlanmıştır.

Bu durumda düşünce özgürlüğü gelişigüzel bir gereklilik kapsamından çıkarak sosyal adalet dediğimiz daha yüce bir gereklilik kapsamına girer. Bir diğer deyişle düşünce özgürlüğü, herkesin güvenebileceği bir hak olur.

Bu hakkın sonuç olarak toplumsal yarar temeline dayanması, otorite ve hükümetlerin onu sınırlandırmasını kabul edilebilir veya haklı gösteremez.

Sosyal örf, gelenek, görenek, anlayış, kurum ve yöntemleri modern çağın yeni gerek ve koşullarına göre ayarlamak için ise, bunların sınırsız bir özgürlükle tartışılarak eleştirilmesi, en hoşa gitmez görüşlerin bile toplumun duygularını inciteceğine bakılmaksızın açıkça söylenmesi gerektiği ortadadır.

Uygarlık tarihi bize şu dersi veriyor: Toplumların düşünce ve töre düzeylerinin sürekli olarak gelişmesi için gerekli olan koşulların en önemlilerinden biri, tam bir düşünme ve tartışma özgürlüğüdür. Bu özgürlüğün her toplumda yerleşmesi, insan uygarlığının en değerli başarılarından biri olacaktır.

Bu konuya bu noktada son vermek istiyorum.  Bundan sonra biraz da vicdan özgürlüğüne bakalım. Ancak buraya kadar anlattıklarım elbette diğer paylaşımcıların katkılarına açık.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mart 02, 2015, 06:59:20 ös
Yanıtla #4
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Bu başlık, bu Forumda, bu forum üyelerinin asıl ilgilenmesi gereken başlıklardan biridir.

Bu foruma üye olmanın gerekçesi bu gibi başlıklarla ilgilenmek ve paylaşımlarda bulunmak olmalıdır.

Bu kısa yazı sadece hatırlatma amacını taşımaktadır.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
Vicdan x Beden

Başlatan Re-Harakhte Insan

1 Yanıt
3078 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 14, 2008, 08:28:36 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
3326 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2009, 01:46:35 ös
Gönderen: ADAM
7 Yanıt
8564 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 03, 2009, 12:05:31 öö
Gönderen: aashooter
20 Yanıt
35149 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 29, 2018, 11:36:20 ös
Gönderen: Ramazan
5 Yanıt
8154 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2012, 06:27:12 ös
Gönderen: akcanmd
3 Yanıt
6360 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 05, 2013, 07:51:59 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
5524 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2010, 02:18:57 ös
Gönderen: ceycet
3 Yanıt
6372 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 08, 2014, 10:04:32 ös
Gönderen: mbulut
37 Yanıt
27126 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 10, 2013, 02:05:02 öö
Gönderen: Arais
21 Yanıt
9399 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2015, 08:09:07 öö
Gönderen: ADAM