Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Freud’un Kişilik Teorisi  (Okunma sayısı 13656 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 14, 2007, 09:00:34 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Psikanaliz başlangıçta bir kişilik teorisi olarak değil, bir tedavi yöntemi olarak ortaya çıktı. Fakat zamanla tedavi yöntemlerini belirli bir standarda kavuşturma teşebbüsleri, doğal olarak psikanalitik bir kişilik teorisinin ortaya çıkmasını sağladı. Freud sadece yöntem geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda bu yöntemlerin nasıl ve niçin etkin olduğunu anlama çabasıyla terapik süreçlere yönelik teorik temeller de üretti. Böylece hem sözü edilen teknikler hem de teorik temel, neticede psikanalizi ortaya çıkardı.

Freud’un uzun süreli kariyeri, hastaların klinik tedavisi sonucunda disipline edilen ve tedricen gelişen bir kişilik teorisinin hikâyesidir. Freud kariyeri boyunca, hatta seksenli yaşlara ulaştıktan sonra bile, teorilerini yeniden değerlendirdi. Buna rağmen onun teorilerinde bazı tutarsızlıklar bulunmaktadır. Freud’un öldüğü yıl (1939) yeni-Freudyen (neo-Freudian) analizlerin uygulamaları üzerine araştırmalar yapan Karen Horney, Freud çalışmalarında önemli olan ve psikanalize miras kalan birbiriyle ilişkili üç fikir gündeme getirdi.[2]

Fikirlerden birincisi, davranış ve duyumlar, bilinçdışı motivasyonlar tarafından belirlenebilir.[3] Bu, sıradan bir cümle olsa da, Freud’un davranışın iki boyutlu olduğuna dair görüşünü anlamada yardımcı olmaktadır. Freud’un bu düşüncesine göre davranış, hem kolay anlaşılabilecek yüzeysel bir anlama, hem de bilinçdışında gizli olan derin bir anlama sahiptir.[4] Davranışın sahip olduğu bu gizli anlam yüzeysel anlam kadar önemlidir ve bireysel tecrübenin bir davranış kalıbı ve tutarlılık oluşturmasında daha belirleyicidir. Mesela, basit bir dil sürçmesini bu temel psikanalitik bakış açısından değerlendirelim. Başlangıçta bu davranış, yüzeysel bir anlama sahiptir; gözlem ve mekanik yöntemler yoluyla tanımlanabilir. Bir insan ses benzerliği, yorgunluk veya konsantrasyon eksikliği sebebiyle yanlış kelime kullanabilir. Dil sürçmesi, mizah dışında da ortaya çıkabilir. Konuşan kişi, dil sürçmesini bilinç düzeyinde ben aslında şunu kastetmiştim.... sözüyle açıklamaya çalışır. Psikanalitik açıdan ise bu davranış, kişisel anlamın yanında daha derin bir anlama da sahiptir. Dil sürçmesi, bilinçdışı öğelerin bilinç alanına çıkmasına bir vesiledir. Davranışa bağlı olan ve daha dinamik anlam taşıyan kişisel çağrışımlar, büyük oranda bilinçten gizli kalır. Dil sürçmesi gerçekte bir kaza değildir. O hem bilinç hem de bilinçdışı özellikler taşıyan, kişiliğin ortaya çıkmasını sağlayan bir fonksiyona sahiptir; yersiz ve rasgele ortaya çıkan anlık bir davranış, temelde gelişme süreçleri içerisinde biriken ve büyük oranda bilinçdışı alana ait olan anlamların sembolüdür. Bu safhada bu anlamlar, kişisel karakterdedir ve sistematik boşalma teknikleri vasıtasıyla çözülmelidir. Dolayısıyla, bir davranışın açık anlamının yanı sıra gizli bir anlam da taşıdığı öngörüsü Freudyen analiz tekniğinin vazgeçilmez temelidir.

İkinci temel ilkeye göre psişik süreçler kesinlikle belirlenmiştir. Hiçbir psişik davranış geçici değildir.[5] Psişik davranış, kendi formunu ve enerjisini belirleyen öncüllere sahiptir. Enerji korunumu üzerinde duran zamanın fizik anlayışı, Freud’u desteklemiştir. Freud, madde gibi insan davranışının da enerjinin korunumu özelliği taşıdığına inanmıştır.[6] Ona göre psişik süreçler tıpkı fiziksel süreçler gibi kesin olarak belirlenmektedir. Fenomene atfedilen anlamlar hiçbir zaman kaybolmaz, kendilerini yeni ve bazen de sürpriz olaylara atfederek sürekli yenilerler. Bu yüzden bir davranışı anlamak, söz konusu davranışa mevcut anlamını kazandıran önceki davranışla ilgili soruları da gündeme getirir. Bu bağlamda gün yüzüne çıkmamış bütün anlamlar, Freudyen psikoterapinin temel hedefidir. Dolayısıyla, psikanalizin yüzü geçmişe dönüktür ve çocukluğun ilk evrelerindeki davranış biçimleri daha sonraki evrelerde ortaya çıkacak olan davranış kalıplarının belirlenmesinde önem arz eder.

Üçüncüsü, Freud motivasyonlarımızın duygusal kuvvetler olduğu sonucuna varmıştır.[7] Buradaki duygusal (emotional) kavramı, kişiliğin dinamik olduğu prensibini ortaya koyar. Freud kişiliğin dinamik dürtülerine çok fazla önem verir. Ona göre bu dürtüler kişiliğin içgüdüsel, itici ve kararlı dinamikleridir; bunlar bazen makul, bazen de makul olmayan yollarla tatmin edilmek ister. Dolayısıyla, davranışlarımız genelde kişiliğin doğal (ham) hali olan libido ile onu kontrol altında tutmak isteyen sosyal baskılar arasındaki çatışmaların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Freud meslek hayatı boyunca insanların dinamik olan ve çoğu zaman da bilinçsizce kontrol altında tutulan davranışları nasıl idare edeceklerini gösteren teknikler geliştirmeye çalıştı. Ayrıca bu davranışların anlaşılmasına yönelik bir teorik çerçeve ortaya koydu. Freudyen psikanalizi birkaç kategoriye indirgemek belki basit bir yaklaşım olabilir, ama Freud’un teorik sisteminde yer alan bazı kavramları ele almadan da onun din ile ilgili görüşlerini anlamak mümkün değildir. [8]

Freud, kişiliği id, ego ve süper-ego’dan oluşan ve birbiriyle etkileşim halinde olan bir sistem olarak gördü. İd, kişiliği oluşturan doğal yapıdır; engellenemeyen ve dışavuruma yönelen bir tür ilk enerjidir. İd, dürtüsel, irrasyonel ve asosyaldir; kendini düşünür ve zevk peşindedir. Bununla birlikte id, her zaman kendi akışında olmayabilir. İsteklerinin önüne engeller çıkabilir veya kontrolsüz dışavurumlar daha fazla sıkıntı yaratabilir. Bu yüzden gerilim ve acı tehdidi içeren gerçek ilişkiler dünyası, “id”in dışavurumuna engel olur ve onun istekleriyle toplumun standartlarını uzlaştırmaya çalışır. Zevke engel olan ve tatmine ulaşan örüntüler içerisinde uyum isteyen gerçeklik, dinin ortaya çıkmasında önemli bir gelişmedir. Bu durumda iki psikolojik kontrol sistemi olan ego ve süper-ego devreye girer. Bunlar idin kontrolsüz dışavurumlarına engel olmak veya en azından gerilim ve acının tehdidini azaltmak için onu kontrol etmeyi hedefler. Yani ego, dinamik erteleme süreçleri ve yeni örüntüler vasıtasıyla gerçek dünyada kişinin hayatta kalmasını temin etmek için “id”in ihtiyaçlarını yeterli seviyede tatmin eder. Süper-ego, bu süreçte kişilikte ya ideal hedeflere (ego-ideal) ya da sosyal standartlara (vicdana) öncelik tanıyarak bir ahlâk gözcüsü gibi davranır. Bütün bu sistemler bilinçsiz bir halde işler ve bunlar asıl hallerini gizleyerek ortaya çıkarlar. Rüyalar, espriler ve dil sürçmeleri, id, ego ve süper-egonun etkinliğini ortaya çıkarmada yardımcı olur.

Klâsik psikanalize göre kişilik, bu üç sistemin etkileşiminden oluşur. Freud, bu sistemlerin düzenlediği değişik dinamik örüntüleri, ayrıca hem acının hem de zevkin kontrol edildiği yöntemleri ilk tanımlayan kişidir. Freud’a göre id, ego ve süper-egonun oluşumunda çocukluk dönemi çok önemli bir yer tutar. Baba, anne ve oğlun ilk ilişkilerinde (oedipus complex) çocuk, idin temel dışavurumlarıyla ve onun engellenmeleriyle karşılaşır. Oedipus durumunda oğlun annesini arzulaması ve babasını rakip olarak görmesi, tipik bir yönelimdir. Babanın üstün gücü, oğlun “id”den gelen isteklerinin acilen yerine getirilmesine engel olur ve bu engelleme, ego ve süper-egonun kontrolünü devreye sokar. Freud bu aile üçgeninde (anne, baba, oğul) eril tecrübeye dikkat çeker. Bunu, kendi kültürel ve kişisel arka plânındaki ataerkil vurgulamalara tepki olarak yapar. Bununla birlikte oedipus kompleksini kız çocuğu perspektifinden de inceler. Ona göre kız çocuk da teorik olarak aynı dinamik süreci tersinden yaşar (electra complex). Her ne kadar kız çocuk babayı arzularsa da, hem korkusundan hem de tehdit olarak algıladığı anneye karşı nefretinden dolayı arzularını bastırmayı öğrenmek zorundadır.

Karmaşık aile ilişkilerinde oedipus kompleksi küçük farklılıklar arz edebilir, fakat genel manada çocuk karşı cinsten ebeveyne ilgi duyar, aynı cinsten ebeveyni rakip olarak görür. İlk çocuklukta, arzu ve tehdit arasındaki karışıklığı çözmede hem erkekler hem de kızlar; özdeşim, yüceltme, yer değiştirme, bastırma, yansıtma, karşıt tepki oluşturma, bağımlılık ve saplanma gibi savunma mekanizmaları kullanırlar. Bunlar, ilk ailesel çevrede varolan anksiyeteyi, çatışma ve engellenmeyi ortadan kaldırmada kişiye yardımcı, onu sürükleyici metotlardır. Bilinçdışı süreçlerde çalışan bu mekanizmalar ve bunları oluşturan örüntüler kişiliğin temelini oluşturur.

Bu bağlamda kişilik, bebeklikte ve çocuklukta kişilik yapılarının kesin olarak belirlendiği oedipus ve elektra kompleks tecrübeleriyle kökleşir. Gelişme ve büyümenin temelleri büyük oranda çocukluk döneminde oluşur. Bu yüzden Freud, hastalarını bebeklik devresine geri göndererek id, ego ve süper-egoyu, gerilim, endişe ve acıdan uzak işlevlerini sürdürebilecekleri bir tarzda yeniden yapılandırmaya çalışır.



 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
10938 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 26, 2012, 03:58:28 ös
Gönderen: hypatia
2 Yanıt
8793 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 23, 2014, 02:47:06 öö
Gönderen: Sade
2 Yanıt
4211 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2013, 01:43:00 öö
Gönderen: 418
0 Yanıt
6063 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 14, 2007, 09:02:58 ös
Gönderen: shemuel
2 Yanıt
6321 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 16, 2007, 08:55:00 ös
Gönderen: shemuel
45 Yanıt
23470 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 18, 2013, 11:16:30 öö
Gönderen: serdar-turk
0 Yanıt
4770 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 13, 2008, 05:52:48 ös
Gönderen: Genius Loci
3 Yanıt
5279 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 15, 2014, 08:27:19 ös
Gönderen: evvah
0 Yanıt
2935 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 30, 2010, 01:53:59 ös
Gönderen: Mozart
17 Yanıt
8136 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2019, 06:57:28 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak