Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Freud’un Dine Bakışı  (Okunma sayısı 6061 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 14, 2007, 09:02:58 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Freud, dini -özellikle de Tanrı fikrinin psikolojik temellerini- kişilik teorisi çerçevesinde yorumladı. Uzun kariyeri boyunca din ile ilgilendi. Fakat onun görüşlerini tamamen kavramak oldukça zordur. Yaratıcı bir düşünür olan Freud, dini tanımlarken onu farklı perspektiflerden değerlendiren birçok görüş ortaya koydu. Dini bazen saplantı (obsesyon);[9] bazen bebeklik arzularının tatmini;[10] bazen de yanılsama (illusion) olarak değerlendirdi.[11] Bütün bu değerlendirmeleri birbirleriyle iç içe geçmiş ve birbirlerini tamamlayan bir özellik taşısa da, tek bir teorik çerçeveye indirgemek mümkün değildir.

Aynı zamanda Freud’un dine karşı olumsuz bir tavra sahip olması, bazen onun delile dayanmayan sonuçlara ulaştığı, dolayısıyla da polemiksel yönünün bilimsel yönünün önüne geçtiği şeklinde şüpheler uyandırmıştır. Bu olguya, Freud’un oedipus durumunun tarih boyu nesilden nesile geçerek tekrar edildiğini iddia ettiği ve dinin kökenini büyük ölçüde tarihsel açıdan ele aldığı kitabı Totem ve Tabu’da sıkça rastlanır. Sosyolog ve antropologların Freud’un iddia ettiği kültürel fenomenin varlığına dair delil bulamamaları, onun ürettiği formüller üzerinde bazı şüpheler uyandırmıştır. Freud’un kişisel dinî yönelimi ve esnek metodolojisi, onun dikkatsizce yaptığı yorumları dindarların reddetmesine sebep olmuştur.

Dindarlar haklı gerekçelerle Freud’un din yorumunun yetersiz olduğu kanaatindedirler. Çünkü onlara göre Freud, dini, inananlarla otoriter bir ilişki içinde olan aşkın bir Tanrı’ya dayalı inanç ve ibadetlerle sınırlandırmıştır.[12] Freud, dinin farklı formlarını hiç dikkate almadan sadece tehditkâr ve otoriter özellikler taşıyan bir din yorumu yapmıştır.

Bu aksaklıklara rağmen Freud, son yüzyılda ortaya çıkan en üretken ve pek kolay da göz ardı edilemeyecek din yorumcularından birisidir. Freud için din, önemli bir çalışma alanıydı. Bu yüzden de Freud’un teorik açıklamaları dinin bilimsel olarak anlaşılmasını sağlayabilecek katkılar olarak değerlendirilmelidir.

Freud’a göre din, kişiliğin gelişimi esnasında ortaya çıkan herhangi bir diğer davranış kalıbı gibi dinamik bir süreç olarak görülmeliydi. Din ile ilgili önemli sorular, Tanrı’nın var olup olmadığıyla alâkalı değil, aksine dinin psikolojik yönüyle alâkalı sorulardı. Psikanalizin peşinde olduğu soru şu idi: Nasıl oluyor da dinî fikir ve davranışlar, tıpkı diğer davranış kalıpları gibi insanların varlıklarını devam ettirmelerinde çeşitli hoşnutluklar sağlıyorlar? Freud, İsviçreli papaz arkadaşı Oskar Pfister’e yazdığı mektupta belirttiği gibi, ne dindardır ne de dine karşıdır.[13] Freud’un dinî görüşü, kariyerinin ilk yıllarındaki ifadelerinde şekillenmiştir:

“Psikanaliz, bize baba kompleksi ile Tanrı inancı arasıdaki yakın bağlantıyı öğretti. Bize Tanrı’nın yüceltilmiş babadan başka bir şey olmadığını ve birçok gencin babalarının otoritesinden kurtulur kurtulmaz dinî inançlarını kaybettiklerini gösterdi. Onun sayesinde din ihtiyacının köklerinin çocuklukta yaşanan komplekslere (oedipus ve elektra kompleksleri) dayandığını öğrendik. Artık psikanaliz sayesinde anlıyoruz ki, her şeye kâdir olan Tanrı ve tabiat ana imajları, çocuklukta tecrübe edilen baba ve anne imgelerinin yüceltilerek tekrar canlandırılmasından başka bir şey değildir.”[14]

Freud bu satırları 1910 yılında, daha dinî konu alan temel kitabını kaleme almadan önce yazmıştır. Freud din üzerine 1913’te Totem ve Tabu; 1927’de Bir İllüzyonun Geleceği, 1939’da da Musa ve Tektanrıcılık adlı kitaplarını yayımlamıştır. Bu kitaplarda oedipus dönemi ile Tanrı inancının yakından alâkalı olduğuna dair ayrıntılı görüşleri bulunmaktadır.

Freud Tanrı inancının psikolojik kaynağının, çocuğun ebeveynle yaşadığı çatışmaların daha sonraki yıllarda ortaya çıkan sürekli tekrarında gizli olduğuna inanmaktadır. İnsan çabasının ürünleri olan diğer kültürel formlar gibi, din de içgüdüsel isteklerle ve kozmik alandaki ölüm, acı gibi tehditlerle mücadele eden insan çabasının bir ürünüdür. Çocuğun hem arzu ettiği hem de korktuğu babasına bağlanması gibi, erişkin birey de kendisini yok olma korkusundan ve yoksunluktan kurtarmak için kültürü benimser. “Freud’un din psikolojisinin temel esprisi, varlığını devam ettirme konusunda hiçbir hayal kırıklığına tahammülü olmayan bir insan modeline dayanmaktadır.”[15] İnsanın güçlü bilinçdışı arzuları doğal isteklerin tatmininde acıdan kaçınma üzerine yoğunlaşır. Bütün karmaşıklığıyla din, bu temele dayanır ve dinin değişik dışavurumları insana söz konusu oedipal çatışmalarla uzlaştırıcı mekanizmalar sunmaktadır.

Freud’un Tanrı inancının psikolojik temelleri konusundaki yorumunun önemi, objeler (anne-baba-çocuk) arasındaki ilişkiyi anlamlandırmasında gizlidir. Freud, yorumunda özellikle baba objesine önem verir. Oedipus döneminde çocuk, kişisel varlığı için gerekli olan bu objelerle (anne–baba) kendini özdeşleştirir. Çocuk ebeveynle ilgili imgelere sahip olur. Oedipus kompleksi döneminden sonra bile babanın kişisel önemi -bazen aynı durum anne için geçerlidir- ebeveynle ilgili imgeler arasındaki yerini korur. Bu imgeler, diğer önemli objelerin tesiri altında şekillenebilmelerine rağmen, bireyin sonraki tecrübelerinde de etkindirler.

Yaşayan Tanrı’nın Doğuşu kesinlikle bu bağlamda oluşur.[16] İmgeler, diğer önemli objelerle ilişkileri sırasında çeşitlendiğinden, gelişen bir insan için Tanrı, bu imgelerin temsilidir. Bu bağlamda Tanrı, bir tür yanılsama; din de toplumsal bir nevrozdur. Hem Tanrı hem de din, ürkütücü gerçek ile içgüdüsel istekler arasında uygun bir uzlaşma bulma çabası içerisinde ortaya çıkar. İnsanların doğrudan tatmin edemedikleri şeyler, çocukluk dönemindeki ailesel imgelerin bir temsili olan yaratıcı Tanrı tarafından tatmin edilir. Böylece Tanrı iki psikolojik fonksiyonu yerine getirir: 1. Uygunsuz içgüdüsel isteklerinden vazgeçenleri ödüllendirir (iyilikler karşılığında cennet vaat eder). 2. Endişeleri giderir ve güven sağlar (günahkârı bile sever). Dolayısıyla Tanrı, insanın arzuladığı ve ihtiyaç duyduğu bir tür babadır:

“Tanrı, insanın kendi çaresizliğini telâfi etme isteğinden doğar ve bir kişinin hem kendi çocukluğunun hem de tüm insan ırkının çocukluk döneminin çaresizlik anılarının izlerini taşır.”[17]

Bu bağlamda, dinin insan hayatında etkin bir rolü vardır. Ayrıca din, katlanılmaz endişe, tehdit ve korkuların kontrol edilmesinde sosyal bir fonksiyona sahiptir. Ancak, gerçekle bir ilişkisi yoktur. Din, tatmin bekleyen çocukluk dönemi arzularının yarattığı bir yanılsamadır ve daha sonraki dönemde bu yanılsama çocukluk dönemindeki yoksunluktan beslenir.

Bu yanılsamanın geleceği nedir? Teolojik açıklama şekli pek gelecek vaat etmemektedir. Bunun bir nedeni, aklın gücünün oedipus durumundan kaynaklanan arzuların gücüne göre zayıf kalmasıdır. Bir diğer ve daha önemli neden ise, yanılsamaya rasyonel destek vermek için gösterilen çabaların nihayette yanılsamanın varlığını temelden sarsacak olmasıdır. Din, bir yanılsama olarak değerlidir. Fakat onun değeri rasyonel değil duygusaldır. Dinin rasyonel olarak savunulması, onun duygusal cazibesini yok eder. Din, oedipus döneminden kaynaklanan korku ve kinin bastırılmasını duygusal olarak onaylayan bir süreçte geliştiği için, başka alanlarda Tanrı’nın varlığını onaylayan Teolojik Delil, bu noktada dinin fonksiyonunu zayıflatmaktadır. Freud, bunu şöyle açıklar:

“İnsanlar mantıklı delillere çok az değer verirler ve içgüdüsel arzuları tarafından yönetilirler. Böyle bir durumda insanlar niçin kendilerini içgüdüsel tatminden mahrum edecek mantıklı delillere itibar etsinler ki?”[18]

Din insanları rahatlatan duygusal tatminler sağlamaktadır ve dinin bu yönü entelektüel tartışmalarla engellenmemelidir. Entelektüel tartışmalar zaten böyle bir engellemeyi başaramayacaklardır; başarsalar bile, bu durum, insana katlanılmaz sıkıntılar getirecektir.[19]

Freud’a göre bir yanılsama olan din, gelişim sürecinde yararlı bir araç olarak varlığını sürdürmelidir ve sürdürecektir de; çünkü din insanların katlanılmaz sıkıntılara tahammüllerini kolaylaştırmaktadır. Fakat din nihayette hem yararsızdır hem de gelişime zarar vermektedir. Çünkü insanlar sonsuza dek çocuk kalamazlar, sonuçta gerçekliğin ne olduğunu öğrenmek durumundadırlar.[20] Çocukluktaki yüceltilen dışavurumlar (mesela din gibi), insanların gerçekle doğrudan muhatap olacakları olgunlaşma sürecini geciktirir. Aklın içgüdülerin önüne geçtiği, yanılsamaların terk edildiği ve varoluşun katlanılabilir hale geldiği ideal seviyeye insan ırkının ulaşması mümkün değildir. Bu yüzden dine geçici bir süre için izin verilebilir. Fakat din, bir yanılsamadan ibaret olduğundan, ideal hedefe ulaşmada büyük bir engeldir. Her şeye rağmen din, onsuz yaşayabilecek nitelikteki küçük bir grup tarafından terk edilmelidir. Cennet meleklere ve kuşlara bırakılmalıdır.[21]

Freud, yetişkin insanın tecrübelerinde dinin rolünden şüphe ederken, bilimin yönlendirmesi söz konusu olunca oldukça ümitli gözükmektedir. Fakat insanın yanılsamasız yaşayabileceği ütopik günün hemen gerçekleşmeyeceğini de kabul eder ve yanılsamaların üzerinde durmak gerektiğini söyler. Bir Yanılsamanın Geleceği adlı eserinde şu sonuca ulaşır:

“Bizim bilimimiz yanılsama değildir. Bilakis yanılsama, ilmin bize veremeyeceğini bizim başka yerden elde edebileceğimizi zannetmemizdir.”[22]

Özetlemek gerekirse:

1. Freud, dinin bastırılmış alandan geldiğine inandığı için onu yanılsama olarak görmüş, onu içgüdüsel ve sosyal istekler arasında bastırılan çatışmaların dinamik gücü olarak değerlendirmiştir. Bu çatışmaların ideal çözümüne yönelik çocukluk döneminin arzuları, nihaî realite alanına yansıtılır ve Tanrı olarak okunur.

2. Din, varlığı devam ettirmek için yüceltilen değerli bir yanılsamadır. Ancak din gerçekliğin doğru bir yorumu ya da hayatı yaşamanın en doğru, en ahlâkî ve en mükemmel yolu olduğu gerekçesiyle desteklenmemelidir.

3. İnsanlığın gelişimi sayesinde yanılsama yerini bilime terk edecek ve böylece insanlık arzuların oluşturduğu dünya ile değil, gerçek dünya ile buluşacaktır.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heije Faber, Psychology of Religion, Philadelphia: Westminster, 1975, 66-72.

[2] Karen Horney, New Ways in Psychoanalysis, New York: W. W. Norton, 1939, 18.

[3] New Ways in Psychoanalysis, 18.

[4] Bu yüzden “Derinlik Psikolojisi” sık sık “Psikanaliz” ile aynı anlamda kullanılır.

[5] Horney, New Ways in Psychoanalysis, 18.

[6] Freud bu görüşünde Alman fizikçi Hermann Helmholtz’un enerjinin korunumuna dair görüşünden etkilendi. Bkz. C. S. Hall, A Primer of Freudian Psychology, Chicago: World, 4.

[7] Horney, New Ways in Psychoanalysis, 18.

[8] Temel Freudyen kavramlar için bkz. Calvin S. Hall, A Primer of Freudian Psychology.

[9] Bkz. Freud, “Obsessive Acts and Religious Practices” Collected Papers, C. II (İng. çeviren. Joan Riviere), London: Hogarth, 1949, 25-35.

[10] Bkz. New Introductory Lectures, (İng. Çev. W. J. H. Sprott) New York: W. W. Norton, 1933, 219.

[11] Bkz. The Future of an Illusion, (İng. çeviren. W. D. Robson-Scott, ed. James Strchey), Garden City: Doubleday, 1964, 47-53.

[12] Bkz. New Introductory Lectures, 216-24, ve Civilization and Its Discontents, (ed: James Strachey), New York: W. W. Norton, 1962, 13.

[13] Ernest Jones, The Life and Work of Sigmund Freud, c. 3, New York: Basic Books, 1957, 352.

[14] Freud, Leonardo da Vinci and a Memory of His Childhood, (İng. çeviren. Alan Tyson), New York: W. W. Norton, 1964, 73.

[15] Peter A. Bertocci, “Psychological Interpretations of Religious Experience”, Research on Religious Devolopment, (Ed. Metron P. Strommen), New York: Hawthorn, 1971, 14.

[16] Freud “Yaşayan Tanrı’nın Doğuşu” ifadesini Ana-Maria Rizzuto’nun The Birth of the Living God (Yaşayan Tanrı’nın Doğuşu) isimli kitabına atfen kullanmaktadır. Bkz. Ana-Maria Rizzuto, The Birth of the Living God: A Psychoanalytic Study, Chicago: University of Chicago Press, 1979, 29-37; 54-84.

[17] Ana-Maria Rizzuto, The Birth of the Living God: A Psychoanalytic Study, 25.

[18] Ana-Maria Rizzuto, The Birth of the Living God: A Psychoanalytic Study, 77.

[19] Ana-Maria Rizzuto, The Birth of the Living God: A Psychoanalytic Study, 80.

[20] Ana-Maria Rizzuto, The Birth of the Living God: A Psychoanalytic Study, 81.

[21] Freud burada Heine’nin şiirinden alıntı yapmıştır.

[22] Ana-Maria Rizzuto, The Birth of the Living God: A Psychoanalytic Study, 92.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
8793 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 23, 2014, 02:47:06 öö
Gönderen: Sade
0 Yanıt
13655 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 14, 2007, 09:00:34 ös
Gönderen: shemuel
2 Yanıt
6320 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 16, 2007, 08:55:00 ös
Gönderen: shemuel
45 Yanıt
23457 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 18, 2013, 11:16:30 öö
Gönderen: serdar-turk
0 Yanıt
4769 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 13, 2008, 05:52:48 ös
Gönderen: Genius Loci
3 Yanıt
5276 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 15, 2014, 08:27:19 ös
Gönderen: evvah
0 Yanıt
3084 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 10, 2011, 02:53:48 öö
Gönderen: MMT
195 Yanıt
128623 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 21, 2017, 04:11:09 ös
Gönderen: NOSAM33
19 Yanıt
11298 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2012, 03:50:32 ös
Gönderen: karahan
2 Yanıt
4083 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2014, 11:20:56 ös
Gönderen: Melina