Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ATATÜRK'ÜN KAFATASI" ÖRNEK ALINARAK TÜRK IRKININ KAFATASI FORMÜLÜ NASIL BULUNDU!  (Okunma sayısı 12224 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 14, 2008, 12:04:29 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1648
  • Cinsiyet: Bay

Atatürk’ün çok yakınında bulunma uğruna genç bayan Afet İnan, 1930’lu yılların ortalarında Türk ırkının dünyadaki dağıldığı yerleri belirlemek için “Atatürk’ün kafatası” örnek alınarak  Anadolu’nun her yerinde mezarlar açıldı.-Türk ırkının “yassı ve uzun olduğu” yani Beyaz ırkın BRAKİSEFAL kolundan geldiği ileri sürüldü.-Anadolu genelinde 64.000 mezar açılarak kafataslarının ölçüldüğünü Prof. Dr. Reha oğuz Türkkan açıkladı. -Çok sayıda Türk büyüklerine ait kafatası torbalar içinde Ankara’ya gönderildi. Antropoloji bölümünde koruma altına alındı. Örnek Türk kafatasları müzesi kurulacaktı. -Türk ırkının kafatası formülünü Belçikalı profesör PİTTARD hazırlamıştı. Dönemin milli eğitim bakanı ve ünlü mason Dr. Reşit Galip de bu çalışmayı desteklemişti. -Sümerlerin Türk ırkına mensup olduğu hakkında Irak coğrafyasında kafatası bulunan mezar bulunamadı. Sümerlerden kalan heykellerin kafaları ölçüldü. -Diyarbakır’da yaşayan Kürtlerin de Türk asıllı olduğu “Kafatasları ölçülerek” tespit edilmek istendi!  

  Türklerin "varsayılan" kafatası örneği, kafatasının arkasında çıkıntı var.  

1999 yılı Aralık ayı...         Adana'ya ünlü bir tarihçi geldi, konferans vermek üzere. Fahrettin KIRZIOĞLU. Kendisi Karslı ve aynı zamanda da Profesör. Çok sayıda yayınlanmış kitabı da var. Gündüz öğrencilere konferans verdi. Geceleyin Adana POLİSEVİ'nde misafir kaldı. Sayın Profesör KIRZIOĞLU ile çok önceden tanışıyorduk. "Akşam yanıma gel de biraz konuşalım" teklifinde bulundu. "Evet, olur hocam" dedim.   Seyhan Baraj gölü' ne bakan tepede bulunan Polisevinin parlak ışıkla­rı, temizlik  ve düzeni hayranlık uyandıracak kadar mükemmeldi. Kapıdan içeri girdim. Ve doğruca Hocanın  oturduğu masaya geçtim. Çaylar içil­di. Tarihi konular üzerinde uzun uzun sohbetler yapıldı. Gecenin bir yarısında sayın KIRZIOĞLU, kulağıma eğilerek.    -Tarihçi geçinenler Atatürk'ün etrafını çevirdiler. Türk Tarih Kuru­munun kuruluşunda görev aldılar. Afet İNAN hanım da bunlardan birisi. Anadolu haritasındaki Akdeniz kıyısında bulunan ünlü Anadolu Selçuklu Hü­kümdarı Alaaddin KEYKUBAT'in kurduğu ALAİYE şehir ismini kendi kafasına göre değiştirdi. Kafkasyalı İran asıllı ALAN kavminin Türk olduğunu iddia ederek, ALANYA ismini verdi. Yanlış yaptı. Daha nice nice yanlışlar. Bunları araştır.         Sayın KIRZIOĞLU'nun bu görüşleri kulaklarımı çınlattı. Fen Lisesi'ne geldiğimde tarih kitaplarının bulunduğu raflardan 1930'lu yıllarda bası­lan kitapları gözden geçirdim. Türk Tarih Kurumu'nun 1932 yılında düzenlediği KONGRE'nin konuşma tutanaklarını içeren kitabını aldım. Ve sayfa­larını karıştırmaya başladım.
         AFET İNAN'in 1932 yılındaki Tarih KONGRESİ'nin yıldızı olarak ön plan da olduğu hemen dikkati çekiyordu. Kitabın arka sayfalarını çevirdiğimde Muallim Afet Hanım'ın "Orta Kurun Tarihine Umumi Bir Bakış" adı altında verdiği konferans metnine ek olarak hazırlanan harita üzerinde Kafkaslar­da kırmızı çizgilerle ALAN Türklerinin yaşadığı coğrafya daire içinde gösteriliyordu. KIRZIOĞLU'nun kulaklarıma fısıldadığı görüşler doğru olabi­lirdi!  Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarının kurduğu şehrin ismi neden değiştirilmiş olabilirdi? İsimlerinin Türkçe olmaması. . . Örneğin Rükneddin, Alâaddin, Gıyaseddin ve diğerleri hiç Türkçe isimler taşımıyor. Sarayda, resmi devlet yazışmalarında da Türkçe’yi kullanmıyorlar. Kim bun­lar? Selçuklular'ın adını taşısalar da soyları, kültürleri iyice karışmış dimağlarında Türklükten eser olmayan  bu insanlara iyi bir tarih dersi vermek gerekirdi. Bu düşünceden hareketle Alâiye şehir ismi  ALANYA olarak değiştirilmiş olabilirdi!

Afen İnan, Atatürk, İnönü bir çalışma anında          Bu düşünceler içerisinde iken Cumhurbaşkanlığı forsuna baktım. Güneş etrafında 16 yıldız yerleştirilmişti. Her yıldızın karşılığı olarak bir Türk Devleti'nin ismi belirlenmiş, onların bayrak sembolleri de ayrıca tespit edilmişti. Anadolu Selçuklu Devleti'nin ismi ve bayrağı Cumhurbaşkanlığı forsuna denk getirilen bayraklar içinde yoktu. Halbuki 1070'li yıllarda Bizans'a yakın İznik şehrini başkent yapan, Anadolu genelini kapsayan, önemli kültür eserleri ile Türk tarihinin parlayan yıldızı olan Anadolu'yu vatan yapan Anadolu Selçuklularına karşı bu vefasızlığın sebebi ne olabi­lirdi? Herhalde Anadolu Selçukluları Türk sayılmamıştı!         TÜRKLER SARI IRKTAN DEĞİLDİR         Afet İnan, hatıralarında kendisi açıklıyor. Kolej eğitimini İstanbul'­da ki Notre Dame de SİON'da sürdüren AFET, Fransızca olarak okuduğu bir coğrafya kitabında "Türklerin sarı ırka mensup, medeniyete katkısı fazla olmayan ikincil bir millet" olduğunun açıklanmasına fena halde kızmıştı. Kitaptan öğrendiklerini Ankara Musiki Muallim Mektebi Tarih Hocası sıfatıyla Gazi'ye de açtı.         “-Bu böyle midir?” diye sordu. Gazi, modern Türkiye'nin ilim irfan or­dusunda görev alan genç, güzel, heyecanlı muallime AFET'in bu sualinden fevkalade etkilendi. Ve
  



Atatürk ve Belçikalı "Kafatası uzmanı" Prof. Pittard, görüşme esnasında     


 “Hayır, olamaz. Bunun üzerinde meşgul olalım. Sen çalış ve başka kitapları da tetkik et." diyerek görüşlerini açıkladı. Sarı ırka mensup millet­ler, Asya’nın bağrında yaşayan Türkler, Moğollar, Tunguzlar, Tatarlar, Çinliler insanlık aleminin medeni olamamış vahşi barbar toplulukları idi. Türkler, kesinlikle sarı ırktan olamazdı. Afet, bir kendisine baktı. Bir de etrafına. Beyaz benizli, kumral, hilal gözleri ile Türk kızları insan­lık aleminin en güzel yaratılmış örnekleri idi. Genç, güzel ve de alımlı. Türk erkekleri de öyle. Orta boylu, Pehlivan yapılı,  Türk kadını ve Türk erkeği  olsa olsa beyaz ırka mensup olabilirdi. Afet’in kafasındaki Türk­lerin beyaz ırka mensup olduğu düşüncesi ispatlanacak bir ideale dönüştü. Etrafında tanıdığı tarihçilere, edebiyatçılara, arkeologlara haber verdi.
         “Haydi, hep beraber Türk ırkının medeniyet kuran vasıflarını, ARİ (temiz) olduğunu cümle aleme açıklayalım" deniliyordu.



         GAZİ, TÜRK TARİHİNİN YENİDEN YAZILMASINI İSTİYOR .              Ankara'nın sıkıcı havası, yaz ayları geldiğinde daha da çekilmez oluyor. Şöyle bir İstanbul'a uzanmak. Boğazda yat gezisi, Dolmabahçe'de ilim, kül­tür konularında uzmanlarla sabahlara dek süren sohbetlerde, tartışmalarda bulunmak,ne kadar zevkli ve heyecan vericiydi. Florya sahilinde yürüyüş yapmak ve denize girmek insana bir ömür boyu unutamayacağı huzuru verirdi.         İşte böylesi bir ortamda Gazi, Ankara'dan ayrıldı. 11 Haziran Çarşamba günü trenle İstanbul'a geldi (1930). 12 Haziran günü Ertuğrul yatına bine­rek Marmara'ya açıldı. Bursa sahillerine doğru yol alındı. 12 Haziran günü kalabalık maiyyeti ile birlikte YALOVA'ya geldi.         Gazi'nin kafasındaki hayali, yapmak istediği en önemli şey, Türk insanına güven, kimlik vermeyi yani "Tarih şuurunu" canlandırmayı hedef almıştı. Düşüncelerini, hayallerini de içine alacak şekilde bir Türk tarihi kitabı yazmak istiyordu. Yerli ve yabancı dillerden kitapları toparlamış, bir kıs­mının tercümelerini de yaptırmıştı. Temmuz ve Ağustos aylarında Yalova'da kaldığı günlerde Türk tarihinin yazılması, gelecek nesillere bırakılması için yoğun çalışmalar yaptı. Öncelikle kendisi tarihe mal olmuş bir şahsiyet durumundaydı. Bir de tarih yazması ne kadar doğru olurdu. Bu düşün­celer içindeyken, ülkenin ve dünyanın önde gelen uzmanlarının ortak çalışma­sıyla Türk tarihinin yazılması görüşünü benimsedi. Ünlü İlahiyatçı Şemset­tin GÜNALTAY, bayan muallim AFET, Gazi'ye tarih yazımı konusunda yardımcı oluyor, görüş alışverişinde bulunuyorlardı.         Gazi, Tarih yazım komisyonunu kurdu. Kendi sahasında uzman alimler Türk tarihinin kendilerine verilen bölümlerini yazacaklardı. Komisyon başkanı da Mustafa Kemal idi. Komisyon, genellikle İstanbul'da, bazen da Ankara'da ça­lışmalarını sürdürdü. Bir yıla yakın süren çalışmalar sonrasında 1931 yılı yaz aylarında Türk tarihini yazım çalışması sona erdi. Bu zaman zarfında Gazi, tarihçilere özellikle bir hatırlatmada bulunmuştu: " Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen haki­kat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."         AFET ÖN PLANA ÇIKARILIYOR          Gazi, bir yandan Türk tarih yazım çalışmalarını yürütürken diğer yandan da Türk tarihine dair, araştırmalar, belge derlemeler, ilmi tartışmalar yayınlarda bulunması, toplumu aydınlatması, "tarih şuurunu" uyandırması için 12 Nisan 1931 tarihinde Türk Tarih Tetkik Cemiyeti'ni kurdu. Aynı gün "misyonunu tamamladığı" düşüncesiyle Türk Ocakları kapatıldı. Türk Ocaklarının kapatılmasında Gazi'nin Şubat (1931) içinde Adana'da yaptığı gezi ve konuşmalarında ilk sinyaller verilmişti.  



         Adana'da  Türk Ocaklılarla konuşurken “-Adana'da neler yaptınız" sorusuna karşılık olarak “Kürkçüler köyüne İlkokul açtık. Şehir içinde açtığımız sinema ile para kazanıyoruz. Dispanser açacağız” görüşlerinin açıklanması Gazi'yi kızdırdı. Bahsi geçen hizmetlerin devletin ilgili bakanlıklarının yapması gerektiğini açıkladı. Türk ocakları bünyesinde kurulan Türk Tarih Tetkik Heyeti, 12 Nisan 1931'de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti'ne dönüştürüldü. Türk ocaklarının kapatılmasında perde arkasında grupların çatışması oldu mu orası bir sır olarak açıklanmıyor.         1931 yılı güz aylarında Türk tarihi ile ilgili kitaplar 4 cilt olarak ya­yınlandı. Bütün Liseler, Ortaokullar bahsi geçen kitaplardaki görüş­lerden hareketle yeni eğitim yılında Tarih eğitimine başladılar. Askeri okul­larda da aynı kitaplar okutulmaya başlandı.         Ülkenin önde gelen tarihçileri, yayına hazırladıkları Tarih kitaplarında­ki görüşleri açıklamak, tartışmak üzere 2-11 Temmuz 1932 tarihlerinde Ankara Halkevinde Türk Tarih KONGRESİ toplandı. Üniversitelerden, Lise ve ortaokul­lardan yüzlerce tarih uzmanı, öğretmen Ankara'ya davetli olarak geldi.         Gazi Tarih KONGRESİ'nin açılışına katıldı. Konuşmacıları başından sonuna kadar dikkatle izledi. Şimdi kendi huzurunda tarih uzmanları bakalım neler konuşacaklardı.         Kongre'nin açılışışını Reis sıfatıyla Yusuf AKÇURA yönetti. İlmi heyet içinde bulunan Musiki Muallim Mektebi Tarih Öğretmeni Afet, siyah kıyafetleri içinde zarif görüntüsü, yakasına iliştirdiği beyaz mendili düzgün taranmış saçları ile kürsüye geldi. Yüzlerce insanın meraklı bakışları, Gazi'nin de yüce huzurunda konuşmaya başladı. "Muhterem Reis Beyefendi, Muhterem Profesörlerimiz, Muhterem Meslektaşlarım"  diyerek sözlerine başlarken Gazi'nin gözle­rine bakıyordu.         AFET, "Cenevre Üniversitesi Antropoloji Profesörü Eugene PİTTARD'ın ırk­ların Tarihi kitabı ve kendisiyle şahsi görüşmeleri sonrasında Orta Asya'nın bağrında yaşayan Türkler, Beyaz ırkın Brakisefal özelliği taşıyan  kolundan idi.  BRAKİSEFAL, kelimesi "yassı ve kısa kafalı" anlamına geliyordu. BRAKİ­SEFAL, kafatasına sahip insanlar insanın dünyada görüldüğü tarihin ilk zamanlarında Hindistan'ın kuzeyinde, Seyhun ve Ceyhun ırmakları yöresinde görül­müşler... Altaylara göç ederek yüksek Türk medeniyetini kurmuşlar... Aynı BRAKİSEFAL insanlar, Orta Asya'nın  kuruması ve göçler sonucu Mezepotomya, Mısır, Anadolu, Ege, İtalya, Hindistan, Çin'e gitmişler... Oralarda kendi kültürlerini, devletlerini kurmuşlardı. Dünyaya medeniyeti götüren Türkler Orta Asya'nın yerli (Otokton) halkıdır. Türkler Hind-Avrupalı beyaz ırka yani ARİ ırka mensuptur. Moğolların ünlü hükamdarı Cengiz, Türkleri yönetimi altı­na almış olmasına rağmen o bir sarı ırka mensuptur. Beyaz ırk, yani ALPEN ır­kın TURAN kolundan gelen Türkler, Altay-Pamir bölgesine yerleşerek burada yüksek kültürlerini geliştirdiler.         Türkler ARİ ırka mensupturlar. Ari ırkın yayıldığı bütün yerlerde Türk ırkının izleri vardır. Afet'in şu sözleri kendi hayal dünyasında yarattığı düşünceyi ne kadar güzel açıklıyordu: “ARİ diyarı demek, Türk diyarı demek olduğunun fariki olamadılar. Bunu tetkike fırsat da kalmadı. Çünkü, Avrupa yeniden, birbiri ardınca gelen Alan, Hun, Avar, Hazar, Peçenek, Oğuz, Kuman vesaire Türk kütlelerinin sersemletici darbeleri altında kaldı. “Afet'in konuşması bittiğinde sürekli alkışlar yükseldi. Afet, Tarih KONGRESİ'nin yıldız ismi olarak parladı. Etrafına gülücükler dağıttı. Türk milleti için yepyeni ve dünyayı şaşırtacak olan tarih ütopyasını kamuoyuna sunmuştu. Türklerin ARİ ırka mensup olduğu. Ve bu ırkın yeryüzünde dağıldığı yerlere medeniyet götürdüğü, Ari ırkın anavatanının da Orta Asya Türkleri olduğu görüşleri...
 


 KAFATASI UZMANLARI SAHNEYE ÇIKIYOR         Afet'in aynı görüşleri paylaştığı yakın mesai arkadaşları içinde çoğunlu­ğu Tıp mesleğinde uzmanlaşmış doktorlar vardı. İstanbul Üniversitesi Antropo­loji uzmanlarından Dr. Şevket Aziz Beyefendi, Avrupa'da insan uzvunu, yani kafatasını, diğer azalarını ölçecek ilmi yöntemleri öğrenmiş, Avrupa’dan alet edevatlar getirmiş... Türk ırkının BRAKİSEFAL ölçüm özelliklerinin ilmi envan­terini yapmaya başlamıştı bile.         1929 yılı içinde AFET ile yakın mesai içine giren Şevket Aziz, Türk ırkı­nın iskeleti, kafatası ölçüsünü belirlemek için ANTROPOLOJİ ENSTİTÜSÜ'nün kuruluşunu bile gerçekleştirdi. PİTTARD'ın yardımlarıyla Viyana'dan  altı tane kafatası getirildi. Aksaray, Alaşehir, Ankara yöresinden yol inşaatlarından, mezarlık açılmalarından elde edilen kafataslarının Ankara'ya getirilmesine  Kaymakamlar, Maarif (Eğitim) ve Dahiliye (İçişleri) Bakanlıkları yar­dımcı oluyordu.  1932 yılına gelindiğinde Şevket Aziz Bey'in Antropoloji Ens­titüsünde 2000 kafatası birikti. Tarih Kongresi'nin yapıldığı esnada 25 Kadın ve 25 Erkeğin kafatası ölçülerinin ilmi sonuçları açıklandı. Şevket Aziz çok iddialı konuşuyordu: “İşte şimdi labaratuvarımda mevcut iki bine yakın ve tasnif edilmiş kafalardan tesadüfen seçtiğim bu dört kafayı tabii görüyor­sunuz. Bunlar Alpli dediğimiz beşer zümresinin  el ile tuttuğumuz birer numuneleridir.Ve ben değil, bu kafalar kendileri size nereye ve kime ait oldukla­rını söyleyeceklerdir”. . .
         Şevket Aziz Bey'in kafatası tetkikleri sonrası Türk ırkının kafatası ölçüsü de belirlenmişti. Türklerin kafatası, kafatası üst noktasından çene altına kadar uzunluğu ile... Kulak arası hizasından ön yüz boyunca enlemesine ölçül­düğünde yükseklik ile en arasındaki oran 80-85 ölçüsündedir. Yani Türkler, yassı ve kısa kafatası ölçüsündedir. Kafatası arkaya doğru uzayanlar  yani 70-79 ölçüsüne sahip olanlar Delikosefallerdir.

  Şevket Aziz Bey'in kafatası ilmini kullanarak Türk ırkının nerelere dağılmış olduğunu açıklamaya sıra geliyordu. Herhalde bu açıklamayı yapmak da bir başka yetkiliye düşerdi.         BİR MİLLİ EĞİTİM BAKANI’NIN “KAFATASINA UMUT BAĞLAMASI”...         3 Temmuz 1932 Pazar... Bugün Türk Tarih Kongresi'nin sabah saat 09.00'da başlayan oturumunda Aydın Milletvekili, aynı zamanda Kongre katiplerinden Dr. Reşit GALİP konuştu. Dr. Reşit Galip'e Gazi çok güveniyordu. Gazi'nin Mart 1923 Çukurova seyahatinde Mersin Hükümet Tabibi olarak karşılayanlar arasında Dr. Reşit Galip de vardı. Türk Ocağı üyesi de olan Reşit Galip'in Türk milletini yüceltme konusunda yaptığı duygusal konuşmayı Gazi çok beğen­miş  ve tebrik etmişti. Aradan yıllar geçti. Reşit Galip, 1932 yılı içinde Türk ırkının, kafatası özelliğinin medeniyete olan katkısını ayrıntıları ile açıklayan projenin başındaydı. 1933 yılında Milli Eğitim Bakanlığı görevine de getirilen Dr. Reşit GALİP'in Türk ırkı hakkındaki açıklamaları ilgi çekici olduğu kadar da düşündürücüydü.         Dr. Reşit Galip'in görünüşü onun bir Beyefendi olduğunu yansıtıyordu.  Dr. Reşit Galip "Türk ırkının mensup olduğu Brakisefal kafatasının ölçüsünün 80 ve daha yukarı olduğunu açıkladı. Kafatasının kısa ve yuvarlak olduğunu söyledi. Türk ırkının sarı ırkın kaynağı olan Mongoloit insan tipiy­le bir alakası olmadığına değindi.         Çin'de kadim medeniyetleri yaratanların kuzeydeki Mançurya'dan geldikle­ri ve bunların Türk asıllı olduğu! ...         Sümerlerin yaşadığı Mezepotomya'da mezarlardan elde edilen kafatasları bulunamadığı için heykel ve kabartmaların kafatasları ölçülmüş, bunların da Brakisefal Alpli, yani Orta Asya'dan gelen Türklerin ataları oldukları...         Mısır'da tarih öncesi medeniyeti taşıyanların Asya'dan göç ederek gelen Türk kökenli Brakisefaller olduğu... Amon tapınaklarında görev yapan rahiple­rin kafatasları ölçüldüğünde 86 rakamının bulunduğu...         Girit adasındaki kafatası ölçümlerinde son Minos medeniyetinin Brakisefal kafa yapısına sahip insanlar tarafından yaratıldığı...         İtalya'ya yerleşen ETRÜSKLER'in Anadolu'dan göç ederek buraya geldikleri Etrüsk kelimesinin "TURSKUS" olarak da yazıldığı... Bunların da Türk ismi ta­şıdıkları . . .         Anadolu'ya yerleşen ve devlet kuran Etilerin burnu yukarı kar kundurası giydikleri... Eldivenlerinde de baş parmak yerinin açıkta kaldığı, aynı özellikte eldiveni günümüzde Kapadokya köylüleri de giydiğine göre bunlar kuzeyden, muhtemelen Kafkasya'dan, Turan'dan yani Orta Asya'dan gelmişler­dir. Etiler Türk asıllıdır.         At'ı ehlileştiren ve gündelik hayatta kullanan Türklerdir. Atlı göçebe hayat süren Türkler her gittikleri yerlere kendi medeniyetlerini de götür­müşlerdir .         Kuraklık yüzünden miladın ilk asırlarında Kuzey Çin, Gobi çölünde, Aral denizi yakınlarında şehirler kumlar altında kalmıştır. Bu durumda Türk göç­lerinin önemli bir sebebidir.         Dr. Reşit GALİP, Türk ırkı ve Brakisefal kafatası hakkında yaptığı açıklamaların sonunda Türk ırkının özelliğini açıklarken Gazi'nin yüzüne bak­tı. Bir ara göz göze geldiler. Ve şu açıklamayı yaptı:  “Uzun boylu, uzun, beyaz şimali, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere ma­vi gözlü ve göz kapakları çekik olarak değil, ufku açılan TÜRK, beyaz ırkın en güzel örneklerinden biridir”... Bu konuşmadan sonra ayağa kalkan yüzler­ce insan sürekli alkışlayarak Dr. Reşit Galip'e destek verdi.         Dr. Reşit GALİP'in konuşmasının sonunda dile getirdiği  “Davamız, bizim hakikatimizi bütün beşeriyetin itikatları sırasına koymaktır. Sizlerin ve elinizden yetişecek milletlerarası Türk tarihi otoritelerinin  bilgi ve irşat şimşekleri Türk tarihine alıslardır katran yağdıran yerli ve yabancı taassup bulutlarını  paralaya paralaya dağıtacak, Türk tarihi ERGENEKON'dan çıkacaktır. Bu yalnız tarihimizin değil, ezeli ve ebedi hakikatin zaferi olacaktır” sözleriyle Türk tarihçiliğini nasıl bir ırkçılık bataklığına sürüklediğinin farkında değildi.
  
ZEKİ VELİDİ TOGAN'A HÜCUM EDİLİYOR         Kongrenin 7 Temmuz (1932) Perşembe günü, öğleden sonraki oturumunda ko­nuşan, -kendisi de İdil-Ural Türklerinden ve Başkırt kökenli- Zeki Velidi TOGAN, Moğollarla birlikte Cengiz Han'ın Türklerle karıştığını, ortak bir tarihe sahip olduğumuzu... Seyhun ve Ceyhun nehri boylarında bulunan Otrar, Cent, Sağnak, Kumkent, Sütkent gibi kentlerin kuraklık sonrası yokoldukları görüşlerine karşı geldi. Bu şehirlerin Ortaçağda 13.-15. yüzyıllarda varol­dukları, siyasi karışıklıklar savaşlar sonrası bu şehirlerin harabeye dön­düğünü... Orta Asya'nın kurumasıyla ilgisi olmadığını açıkladı.         Zeki Velidi'nin bu açıklamalarına Dr. Reşit GALİP şiddetle karşı çıktı. Muallim Afet, Dr. Reşit Galip ve kendileriyle aynı görüşleri paylaşanlar “Yazıklar olsun! Türkleri bölüyorsun! Milliyet ateşi karşısında her gayret, her teşebbüs erimeğe mahkumdur diye bağırdılar. Kendisi de bir Orta Asyalı Türk ve aynı zamanda tarih bilgini olan Zeki Velidi TOGAN, susturuldu!
         GARİP HALLER...         Türk milletinin köklerini meydana getiren ırkı özelliği 1930'lu yıl­ların başlarında yayınlanan Orta mektep  TARİH kitaplarına ders konusu olarak kondu. 1933 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Orta Mektep Tarih -I kitabında Türk ırkı için yazılanlar:         “Baykal gölü yanlarından başlayarak Altaylar ve Orta Asya'dan itibaren Hazer Denizi ve Karadeniz çevreleri ile Ege Denizi ve Tuna boylarına ka­dar geniş olan yerlerde binlerce yıllardan beri beyaz renkli Türkler otu­rurlar. Şimali Asya ve Avrupa beyaz insanların yurdudur. Fakat bu beyaz­lık her tarafta bir değildir. Asya’nın şarkına ve cenubuna indikçe koyulaşarak esmere yaklaştığı yerler vardır. Bunun için bu ırk beyazlık derece­sine göre ikinci derecede iki veya üç ırka ayrılabilir. Sarı saçlı, mavi gözlü, uzun boylu insanlar en çok bu ırkta görülür.         İnsanlar kafataslarının şekline göre ikiye ayrılırlar.1) Geniş kafalı Brakisefal,  2) Uzun kafalı, Delikosefal... Türk ırkının kafatasının şekli ekseriyetle Brakisefaldir.         Ülkenin her yerindeki Okullarda Tarih Dersine giren öğretmen kitabın ilk sayfalarını araladığında Türk ırkının özelliklerini yansıtan bilgileri öğrencilerine açıklamakla görevlidir. Türklerin sarı ırka ve MONGOLA benzemediği özellikle açıklanacaktır. Bu bilgilerden sonra birbirlerine bakışan öğrenciler, kimin Türk veya Türk olmadığına karar vermek için kafataslarından doğan özellikleri dikkate almak zorundadırlar. Diyelim ki çekik gözlü uzun kafalı veya kıvırcık siyah saçlı ise Türk olmamanın aşağılık komplek­sine kapılabilir. Bu durumu acaba tarih öğretmeni nasıl açıklardı.         Öğrencilere, Çin, Mısır, Hindistan, Anadolu, Mezepotomya, Ege, İtalya'dan büyük devlet kuranların Türklerin ataları BRAKİSEFAL "kısa kafataslı" insanlar oldukları ders konusu olarak açıklandı.          

Kaynak: Cezmi Yurtsever
http://cezmiyurtsever.com/index.php?option=com_content&task=view&id=120&Itemid=3
« Son Düzenleme: Ekim 14, 2008, 12:09:52 öö Gönderen: M.Akyol »


Ekim 14, 2008, 12:14:29 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 511

Sayın M.Akyol;

Göndermiş olduğunuz iletide bahsettiğiniz bütün konular ve 'Güneş-Dil Teorisi', 'Sümerbank-Etibank', Tahsin Mayatepek'in Meksikaya gönderilmesi, 'Hititlerin torunları' olmamız, vb... yeni kurulmuş bir ulus devletin bir ümmetten ulus yaratma çabalarının sonuçları, hatta çabaları... Tabii bu tespitin ardından bugünkü 'ahval ve şerait'e baktığımızda bu çabaların ne kadar başarılı olduğunu sorgulayabiliriz.

Saygılarımla.


Ekim 14, 2008, 11:10:28 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1648
  • Cinsiyet: Bay

Bay Aramis ne kadar güzel söylemişsiniz "bir ümmetten ulus yaratma çabaları".

Bazen Atatürk'e düşünce olarak yoğunlaştığımda;ne kadar büyük bir ADAM,nasıl bir ileriyi görme.Düşünsenize kaybolmuş,asimile olmuş bir milleti tekrar yaşama döndürdü.
Eminimki üstteki yazıyı okuyanlar Atatürk kafatasçı,ya da faşist derler.Nekadar dar düşüncelilerdir onlar.Bilmezler ki bir millet uyanıyor,tarih tekrardan yazılıyor.
Hiçbirimiz Atatürk'e layık olamadık.

saygı ve sevgilerimle


Nisan 12, 2010, 05:35:50 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

Yazının tamamını okudum denebilir (önceden de benzerlerini baya bi  okumuştum Atsız..vs)  ilgimi çekmişti bu konu. Türkler kimdir, kim değildir..vb meseleler bir ulusun kendini tanımasında önemlidir, şeklinde düşünüyorum. Yalnız şu var ki; 'Türk'ler Avrupalılar gibi yüzyıllar öncesine giden vaftiz kayıtlarına sahip değildir, bu sebeple Batı kendini (en azından son birkaç yüzyılını) rahat bir şekilde tanımlar, açıklarken Türkiye halkı için bu bile geçerli değildir.  


BRAKİSEFAL falan deniyor ben bunu gülerek karşılıyorum; çünkü günümüz bilimi kafatası araştırmalarını artık geride bırakmış bir seviyede ve gen bilimi ile son iki üç bin yıllık mazisini öğrenebiliyor bir kişi (örn; https://genographic.nationalgeographic.com/genographic/index.html - buna ek olarak http://www.arkeoloji.web.tr/news.php?readmore=396 )


Sonuç olarak; başlıkta geçen bilgileri o dönemin maceraperestlerinin işine yarayan, onlara bol hayaller kurdurtan şeyler olarak görüp geçmeliyiz diye düşünüyorum. Bir dönemdi ve yaşandı ve bitti. Eğer çok ilgiliyseniz kökenlerinize Patrikhane ile de ilgisi olan megarevma sitesinde bu konuda bilgiler vardır: http://www.megarevma.net/tarihce.htm  Orada şu  'ilginç bilgi'  yer almaktadır:


"Anadolu Selçuklularının ve sonraları Osmanlıların Anadolu'ya egemen olmalarıyla, Anadolu'da yaşayan Rumlar politik ve kültürel merkezleri olan Constantinopolis'in, Rum yönetici "aristokrasisi''nin, Ortodoks kilisesinin ve genel olarak Bizans'ın ekonomik etkilerinden ve etkinliklerinden yoksun kalmışlardı. Kilise bir yanda topraklarının ve gelirlerinin büyük bir bölümünü kaybetmiş, devletin lojistik desteğinden yoksun kalmış ve ayrıca daha önceleri Bizans bürokrasinin üstlendigi kimi devlet görevlerini de -yargı, cemaatin vergilerini toplamak gibi- üstlenmek zorunda kalmıştı.Rumlar, ikinci sınıf halk olarak görüldü. Ortodokslar kimi ek vergiler verirdi, bu cemaate pek anlamı olmayan ve yalnız düşük statülerini vurgulamaya yönelik kimi ilkeler -giyimde zorunlu renkler gibi- uygulanırdı, adalet önünde Müslümanlarla eşit konumda değillerdi, arada devşirme yöntemi ile çocuklarından oluyorlardı. Bu ikinci sınıf cemaat statüsü, Rumların kendi (dinlerinden ve soyundan olan) devletlerini yitirmelerinin kaçınılmaz sonucuydu. Bu koşullar altında halkın büyük bir bölümü genellikle "serbest iradeleriyle'' dinlerini değiştirip Müslüman oldu.

Birkaç yüzyıl içinde "Diyar-ı Rum'', Türklerin yeni yurduna dönüştü."


Saygılar
« Son Düzenleme: Nisan 12, 2010, 05:41:20 ös Gönderen: Texan »
Çöl Bilgesi


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
8 Yanıt
9539 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 31, 2009, 12:28:28 öö
Gönderen: Lux_e_Tenebris
5 Yanıt
8961 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 27, 2010, 08:23:12 ös
Gönderen: maka
0 Yanıt
2364 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 07, 2009, 05:37:02 ös
Gönderen: Mozart
11 Yanıt
16815 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 09, 2011, 12:01:40 öö
Gönderen: Masor1976
27 Yanıt
14446 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 16, 2013, 12:53:23 öö
Gönderen: GOASISG
2 Yanıt
2540 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 16, 2013, 11:10:07 ös
Gönderen: karahan
1 Yanıt
3459 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 05, 2013, 11:08:24 ös
Gönderen: NOSAM33
3 Yanıt
3708 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 05, 2013, 03:15:04 ös
Gönderen: Arais
9 Yanıt
8792 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2014, 02:02:19 öö
Gönderen: Alşah
2 Yanıt
2844 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 25, 2015, 12:18:03 ös
Gönderen: Risus