Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KUR’AN’A GÖRE İNANÇ, DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ  (Okunma sayısı 27144 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Temmuz 04, 2013, 02:35:27 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

KUR’AN’A GÖRE İNANÇ, DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ


Prof. Dr. İsmail YAKIT
S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı
 

İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik şüphesiz akıldır. Akıl, aslında insana bir silah olarak verilmiştir. O akıl silahıyla tabiatta kendini koruyacak ve hayatını idame ettirecektir. Akıl aynı zamanda inancı tayin etme melekesidir. Çünkü insan akılla neye inanıp neye inanmayacağını bulmak zorundadır. Zaten bir şeye inanabilmesi için önce aklının onu teyit etmesi gerekir. Bunun için de düşünmek en vazgeçilmez şarttır. İnsanın gerçek kimliğini bulabilmesi ve kendi özüyle uyumlu olabilmesi için, inanç, düşünce ve bunları ifadede hür olmak zorundadır. Bu onun en doğal hakkıdır.

Charles Maurras "Mutlu olduğumuz nispette hürüz" (Maurras, C.F., 383) derken mutluluk ile hürriyet arasında bir ilişki kuruyordu. Albert Camus insanın başarısını iki kavramı bir arada bulundurabilme yeteneğine bağlıyor ve "Şayet insan, adaletle hürriyeti bir araya getirmekte başarısızsa o her şeyde başarısızdır" (Camus, C.F., 105) diyordu. Demek ki mutlulukla hürriyet, hürriyetle adalet arasında vazgeçilmez bir ilişki mevcuttur. O halde beşeriyet bu ilişkiyi her zaman kurmuş ve korumuş mudur? Bugün teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi bu kavramların ne kadar lehine ve ne kadar aleyhine olmuştur. Bugün insanlık teknolojiyle mutluluğu, adaleti ve hürriyeti daha iyi tesis etmekte mi, yoksa teknolojinin esiri olarak bu kavramlardan uzaklaşmakta mıdır? Georges Bernanos'un şu fikrine katılmamak elde değildir: "Teknoloji lehine kazanılmış bir dünya maalesef hürriyet lehine kaybedilmiştir''' (Bernanos, C.F., 68).

Bugün "Hürriyet" kavramı genelde iki anlamda kullanılmaktadır. Birisi köleliğin zıttı diğeri de irade serbestliği veya tercih hakkıdır. Köleliğin zıddı anlamı, esaretten kurtuluş veya bir yere veya otoriteye bağımlı yaşamamaya verilen addır. Onun için siyasi, sosyal, ekonomik ve hukukî anlamlarda kurtuluş hareketinin adıdır. (Rozentall, s.9, Lalande, s.558).

Bir insanın iç dünyasındaki fikirleri, kabul ve kanaatleri sözlü veya fiili olarak dış dünyaya yansıtmasına fikir ve ifade hürriyeti denmektedir. Bu hürriyet o kişi için bir haktır. Kişi bu hakkını kullanır veya kullanmaz. Bu, ona ait bir keyfiyettir. Ancak insandaki akıl irâde ve karar yeteneğinin bir fonksiyonu olan bu hürriyet için o kişiye içten ve dıştan herhangi bir baskının olmaması gerekir. (Dağcı, s. 99).

İnanç ve fikir hürriyeti bazılarınca manevi hürriyet veya vicdan hürriyeti şeklinde ifade edilmektedir. Merhum A. F. Başgil bunu, "Kişinin benimsediği dinin veya siyasi, felsefi veya iktisadi bir doktrinin akide veya esaslarına serbestçe inanma ve bunları hiçbir korku ve endişeye düşmeksizin açıklama hakkıdır" demektedir. (Başgil, s.58).

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin IV. maddesinde: "Hürriyet başkalarını rahatsız etmeyecek herşeyi yapabilmektir" diye tanımlanmaktadır. Buna göre kişi, hürriyet hakkını kullanırken veya dilediği gibi davranırken başkalarına zarar vermemeli, onların da haklarını rencide etmemelidir. İşte bu özellik aynı zamanda hürriyete bir sınır tayin etme zaruretini doğurur. Hürriyeti engellemek başkadır. Ona bir sınır tayin etmek başkadır. Sınırsız bir hürriyet hakkı düşünülemeyeceği gibi, uygulanması da mümkün değildir. Zira hürriyet bir başıboşluk değildir. Hürriyet bir sorumluluktur ve o sorumluluğun kişi tarafından bilinçli kullanılmasıdır. Joseph Proudhon'un dediği gibi: “En hür insan, başıboş olan değil, kendi hemcinsleriyle en fazla irtibat halinde olan insandır.” (Proudhon, C.F., 462).

Pierre Gaxotte: "Hürriyet başlangıç değil sondur. Hürriyet iyi düzenin, iyi yönetimin meyvesidir." (Gaxotte, C.F., 230) derken fertle toplum, toplumla devlet arasındaki münasebeti hürriyet kavramında temerküz ettirmiştir. Nitekim, kişinin temel haklarından olan inanç ve düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde, baskıcılık, kuralcılık ve aşırı gelenekçilik ön planda olur ve o nevi toplumlarda sosyal ve fikri alanda bir gelişme kaydedilemez. Ancak hür yönetimlerin yarattığı hür ortamlarda kişinin ferdi ve hür iradesiyle tercihini kullandığı zamanki inancı ve fikirleri kendisine özgür bir kimlik kazandırabilir.

Ünlü filozof Eflatun (M. Ö. 427-347) "insanı içinde yaşadığı cemiyet ve devlet yapısında ele almalıdır" derken, kişilik yapısı ve kimliğinin toplum ve devlete göre şekilleneceğini ifade etmişti. Zira ona göre baskıcı rejimlerde ve toplumlarda insanlar inanmadıkları şeylere inanıyormuş, hatta benimsemedikleri düşünceleri benimsiyormuş gibi davranırlar. Bu nevi toplumların fertlerinde çift kişilik sendromu ortaya çıkar. İki yüzlü insanlar çoğalır. Kişiler köle ruhlu olup korkan, kendine güveni olmayan, dalkavuk bir kişilik defosu ortak kimlik haline gelir. (Aktan, s. 73). Toplumda güven bunalımı oluşur, kimsenin doğru inanç ve düşüncesi tam olarak bilinemez.

Hürriyet herkesin hakkıdır. İnsan bu hakkını dünyaya gelirken getirir. Zira İslam'da her çocuk anasından hür olarak doğar. Ancak insan doğuştan getirdiği bu hakkını hiçbir zaman kötüye kullanmamalıdır. Ayrıca kimse, bir başkasının hürriyetini yok etme gibi bir hürriyete sahip de değildir. Şayet böyle bir durum ortaya çıkarsa hürriyetler kanunlarla sınırlandırılabilir. O zaman Montesquieu'nün dediği ortaya çıkar: "Hürriyet kanunların izin verdikleri şeyleri yapma hakkıdır. " (Montesguieu, C.F., 409).

Devletler ülke insanlarının her türlü hak ve hürriyetlerini kanun güvencesi altına almak zorundadırlar. Bu itibarla yeryüzünde hiçbir devlet kendini yok etme veya parçalama hürriyetini kimseye tanımaz. Özellikle Kur'an açısından toplumları yönetenler veya devlet, ülke fertlerinin hak ve hürriyetlerini koruma yetkisini üzerine aldığından, siyasi otoritenin yıkılmasıyla o ülke insanlarının felakete sürükleneceğini kabul ettiğinden, sorumluluk içindedirler. Aksi takdirde kendi kuyusunu kendisi kazmış olur. Zaten hiçbir siyasi otorite bu hakkı tanımaz.

İslamiyet, aslında bir hürriyet dinidir. Müslüman hürdür ve hür olmak zorundadır. Hür olmak hem hak hem de vazifedir. Kur'an bu hakkı ve vazifeyi bize sıkça hatırlatmaktadır.

Kur'an Her Türlü Fikre Açıktır

Kur'an'ın dışında yeryüzünde hiçbir dinin hiçbir kitabında şöyle bir ayet yoktur.

"Sözü dinleyip de en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdikleri onlardır ve onlar akıl sahipleridir." (Zümer 39/18).

Sözün dinlenebilmesi için ifade edilmesi şarttır. Sözün ifade edilebilmesi için daha önce düşünce bazında ele alınması gerekir. Dolayısıyla kişi hem düşünce hem de onu ifade bakımından tam olarak hürdür. Dinleyen ise hepsini dinleyebilme ve mukayese edebilme ve sonunda da en güzelini bulup ona uyabilme konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Bu ayetten Kur'an'ın her türlü düşünceye açık olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu ayete göre hiçbir düşünce peşinen mahkum edilemez. Her düşünce serbestçe ifade edilebilmelidir. Ancak bu düşüncelerin içinde en doğrusu ve en faydalı olanı tercih edilmelidir. Mensuplarını böyle bir serbestlik  içinde bırakan bir kitap, ancak Kur’an-ı Kerim’dir. Bir diğer ayet “Sözünüzde doğru iseniz delillerinizi getiriniz.” Demektedir. (Bakara 2/111; Enbiya 21/24; Neml 27/64; Kasas  28/32).

Bu ayet, müslim, gayri müslim, inançlı inançsız herkese hitap ediyor, yani ben haklıyım, ben doğruyum diyen herkes bu ayetin hitap menzili içindedir. Kişiyi inancı düşüncesi ve ifadesinin haklılığını ispatlayacak delillerin ortaya konmasını ve tartışılmasını istemektedir. Zira Kur'an sağlam bir kanıta dayanmayan hiçbir inancı ve düşünceyi doğru kabul etmez.

"Deki: "Hak Rabbindendir. Dileyen inansın dileyen inkar etsin. " (Kehf 18/29). "Biz insana yolu gösterdik ister şükreder, ister küfreder." (İnsan 76/3).

Burada anlatılmak istenen: Biz insana hangi yolun en doğru olduğunu gösterdik; insan araştırır, inceler, düşünür, sonuçta dilerse benimser ve kabul eder, dilerse inkar da eder. Yani insan inanıp inanmama, benimseyip benimsememe konusunda muhayyerdir. Bu demektir ki Kur'an'a göre insan inanma hürriyetine sahip olduğu kadar inanmama hürriyetine de sahiptir. Yani Kur'an'a göre insan, bu temel konuda bile tam bir hürriyet içindedir.

Kur'an bir hürriyetler kitabıdır. İnsanın kendine karşı, topluma karşı, Allah’a karşı, tabiata karşı, diğer insanlara ve canlılara karşı her türlü hak ve hürriyetlerini tanıyan bir kitaptır. Kur'an aynı zamanda sorgulayan bir kitaptır. İnsanı, bütün bu hak ve hürriyetler içinde sorumluluğunu bildiren ve onu her hürriyetinden dolayı da sorumlu tutan bir kitaptır. Yani inanan inancından sorumlu, inanmayan inkarından sorumlu, aklını kullanan, aklını kullanma hürriyetinden sorumlu, aklını kullanmayan da yine aklını kullanmama hürriyetinden sorumludur.

Görüldüğü gibi, Kur'an inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O, nazil olduğu dönemdeki toplumların inançları ve düşüncelerini ele alıyor, onları eleştiriyor, asıl gerçeğin kendisinin gösterdiğini söyleyerek alternatif inanç ve fikirler serdediyor.

Kur'an ve Alternatif İnanç ve Düşünceler

Kur'an farklı ve aykırı inançlara ve düşüncelerin ifadesine bizzat kendisi uyguluyor. Şöyle ki, farklı inançta ve fikirde olanlar, kendileri inançlarını ve düşüncelerini nasıl ifade ediyorlarsa onları aynen "şöyle diyorlar, onlar şöyle inanıyor ...." gibi ifadelerle tekrarlıyor hatta onların açıklamadıkları, içlerinde gizli tuttukları fikirleri bile Kur'an açıkça "şöyle diyorlar, şöyle düşünüyorlar ..." şeklinde söyleyiveriyor. Buradan anlaşılıyor ki Kur'an her türlü inancı ve fikri, söyleme, ifade etme hürriyetini herkes için uyguluyor.

Kur'an sadece muarızlarının farklı ve aykırı inanç ve düşüncelerini söylemekle kalmıyor, onları eleştiriyor. "Onlara de ki, şöyle cevap ver, de ... vs." ifadelerle alternatif inanç ve düşünceyi teklif ediyor. Bunun için muhatabların muhakemesini zorluyor. Onları düşünce ve araştırma zeminine çekiyor. Doğruyu öyle bulmalarını istiyor ve hatta o şekilde hareket ederlerse o zaman Tanrı’nın tebliğ ettiği ilkenin doğruluğunu göreceklerini beyan ediyor. Bu açıdan Kur'an doğrusuyla eğrisi, hak ve batıl oluşlarıyla inançları, fikirleri ve yolları gösteriyor. Bunlar arasında tercih etme yetkisi ve özgürlüğünü insana bırakıyor.

Alternatif İnanç ve Düşüncelere Kur'an'ın Metodu

İlmi, aklı, muhakemeyi, düşünceyi ön plana çıkaran Kur'an, farklı inançta, fikirde ve inkarda olanların yanılma ve yanlışlarının nereden kaynaklandığını, onların bizzat kendi muhakemelerine ve düşüncelerine götürüyor, yanlışlarını bizzat kendilerinin görmesini istiyor.

"Allah'ın çocuk edindiğine dair kendilerinin de atalarının da kesin bilgisi yoktur. Bu onların ağızlarından çıkan ne büyük bir sözdür. Kaldı ki onlar sadece yalan söylemektedirler." (Kehf 18/4-5).

Burada Hristiyanların (Allah'a çocuk isnat eden) inanışları, bu konuda kesin bir bilgilerinin olmadığı, iddialarının yalan olduğu hatırlatılmaktadır. Hiçbir delile ve ispata dayanmayan bu iddianın muhakeme edildiğinde, düşünüldüğünde yalan bir iddiadan başka bir şey olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Öte yandan Kur'an materyalistlerin iddialarının da sadece zan olduğunu kesin bir bilgiye dayanan bir inanç olmadığını onların mantığı içinde konuyu ifade ettikten sonra beyan ediyor. (Casiye, 45/24).                                               

"Onlar, hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi öldüren zamandan başkası değildir dediler. Bu hususta onların kesin bir bilgileri yoktur. Sadece öyle zannediyorlar." (Casiye 45/24).

Kur'an inanç ve düşünce yanlışlığının ikinci sebebi olarak geleneklere körü körüne bağlılığı göstermektedir. "Onlara, "Allah 'm indirdiğine ve Allah 'in elçisine gelin denildiği zaman, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler de mi?" (Maide 5/104, Araf 7/28, Yunus 10/78, Şura 26/72-76, Lokman 31/12, Zuhruf 43/21-23).

Kur'an, inanç ve düşünce yanlışlığının üçüncü sebebini çarpık bir dini yargı sonucu kaderci yaklaşımda göstermektedir.

"Rahman dileseydi biz bu putlara tapmazdık. Onların bu hususta bir bildikleri yoktur. Sadece tahminde bulunuyorlar." (Zuhruf 43/20).

Görüldüğü gibi kendi çarpık inançlarının ve yanlış yargılarının -tabiri câizse-faturasını Allah'a kesmektedirler.

Kur'an'da inanç ve düşünce konusunda farklı tezler ileri sürenlerin iddialarını, inanç prensipleri doğrultusunda kategorize ettiğimizde, Uluhiyet, Ahiret, Kitap ve Nübüvvet gibi ana başlıklar altında sıralayabiliriz.

Uluhiyet

"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir. " (Yunus, 10/18).

Burada insan taptığı varlığın, kendisine bir fayda ve zarar verebilecek bir niteliği bulunup bulunmadığına, sınırlı ve sonlu bir varlık olup olmadığına özgün iradesi ve düşüncesiyle bulup karar verecektir. Bunun sonunda o nesnelerin hiçbir şey olduğunu görecek ve yüce Allah'a yönelip onu şirkten tenzih edecektir.

"Onlar "Rahman olan Allah çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz pek çirkin bir şey ortaya attınız" (Meryem 19/88-89).

Burada Rahman'a çocuk isnat edenler, özgür irade ve muhakemesiyle düşündüğünde bu iddianın ne kadar kötü ve çirkin bir iddia olduğunu, Tanrı'yı yaratıklar seviyesine düşürdüğünü görecektir. İşte Kur'an karşı tarafın iddiasını verirken, düşünülüp araştırıldığında çıkacak neticeyi hüküm olarak akabinde veriyor.

"Allah'ın kendisine hükümranlık vermesine karşılık şımararak Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Rabbim diriltir ve öldürür" demişti. O da "Ben de diriltir ve öldürürüm" dedi. İbrahim "doğrusu Allah güneşi doğudan getiriyor hadi sen de onu batıdan getir" dedi. Bunun üzerine inkar eden şaşırdı kaldı.'" (Bakara 2/258).

Bu ayette Tanrı'nın beşer tarafından taklidi mümkün sıfatlarla tanımlanmaması bilakis Tanrı'yı beşer elinin uzanamayacağı ve tağyir edemeyeceği evrensel prensiplerin faili olarak tanımlamanın daha doğru olacağı vurgulanıyor. En azından öldürmek insanın da işleyebileceği bir fiildir ama güneşi doğudan değil de batıdan getirmek evrensel bir kanunu değiştirmektir ki beşerin çok üstünde sadece Tanrı'ya ait bir fiildir. Öyleyse Tanrı hakkında tartışmaya girenler onun hakkında fikir ve düşünce serdedenler, O'nu beşer tarafından taklidi fiillerle değil, evrendeki fiilleri icra eden müteal bir varlık olarak düşünmek ve görmek zorundadırlar.

"Ey insanlar! Size bir misal verilmektedir; şimdi onu dinleyin sizlerin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de âciz, kendisinden istenen de" Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Doğrusu Allah çok güçlü ve çok üstündür." (Hacc 22/73-74).

Burada bir sineği bile var edemeyecek kadar güçsüz ve ondan bir şeyi geri alamayacak kadar âciz yaratıkların ilah olamayacağı defaatle olduğu gibi burada da insanın düşünce ve idrak menziline sunuluyor.

Görüldüğü gibi insanoğlu hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden her konuda hatta Allah konusunda bile her şeyi düşünebilecek, söyleyebilecek, kıyaslar yapabilecek ve doğruyu araştıracaktır. Çünkü insan kendisini her konuda sorgulayabilecektir. Bu kadar özgür bir düşünce yapısına sahip olan insan, acaba ben her istediğimi yaparım, canım, hevesim ne isterse onun peşinden giderim gibi, insan iradesini hevesine bağlamak gibi bir tavıra Kur'an'dan ne gibi cevap bulabiliriz?

"Heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü?" (Câsiye 45/23).

Kur'an bu gibi sadece arzu ve isteklerine uyan diğer şeylere kulak tıkayanlar için "hevasını tanrı edinen" tabirini kullanmakta ve yermektedir. (Atay, s.57) Öyleyse bir bilgiye, bir ilme, bir kanıta dayanmayan idrakla kontrol edilmiş aklî ilkelere uymayan sadece arzu ve isteklere bağlı düşünce ve davranışlara karşı bir sınır getiriyor.

Ahiret

"İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu ki hemen apaçık bir düşman kesiliyor ve kendi yaratılışını unutarak bize bir misal vermeye kalkıyor ve "Bu çürümüş kemikleri kim diriltir" diyor. De ki "Onu ilk defa kim inşa etmişse o hayat verir. O her türlü yaratmayı bilendir." (Yasin 36/77-78).

Burada, inkarcının düşüncesi ve ifadesi aynen veriliyor. Cevap olarak kemiklerin ilk oluşu ile yeniden oluşu arasında bir irtibatın kurularak gerekli muhakemenin yürütülmesi istenmektedir. Dolayısıyla insan ilk oluşla yeniden oluş arasında, ana karnıyla kabir arasında irtibatlar kurarak düşüncesini geliştirecek ve bunun sonucu Ahiret inancına dair şüphelerini izale edecektir.

"Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, onların delilleri sadece: "Doğru sözlü iseniz atalarımızı getirin bakalım" demekten ibarettir. Deki: Allah size hayat bahşeder sonra öldürür, sonra da hiçbir şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Câsiye 45/25-26).

İnanmayanlar, gerçekleştirilse sanki inanacakmış gibi bir teklif getiriyorlar. Eğer ataları diriltilirse inanacaklarmış (!). Kur'an bunu düşünce olarak değil bir nevi inkar kılıfı olarak değerlendiriyor. Bu gibi geçersiz ve realiteye uymaz bir ifadeyi kanıt olarak serdetmekten başka bir şeyleri yoktur demek istiyor. Onlara sırasıyla önce hayat, sonra ölüm, sonra da kıyamet günü toplanma olacağını, hayatın böyle bir seyir takip edeceğini, dolayısıyla geriye dönüşün söz konusu olamayacağını ifade ediyor. Böylece onlara düşünmeleri ve inanmaları gereken konuları seyir sırasına göre hatırlatıyor.

Kitap ve Nübüvvet
Müşriklerin en fazla kızdıkları Kur'an'dı. Çünkü Kur'an alternatif bir inanç öneriyor, tevhit akidesini getiriyor, hem herkesi düşünme ve akletmeye davet ediyor hem de insan hak ve hürriyetlerini hatırlatıyordu. Putperestliğin ekonomik bir rant getirdiği güçlü kuvvetli ve zengin adamlara körü körüne bağlılığın körüklendiği ve köleliğin revaçta bulunduğu bir toplumda bunlara alternatif teklifler getiren Kitap elbette; onları çileden çıkaracaktır. Bütün bunlara karşı Kur'an insana tanıdığı düşünce ve inanç özgürlüğü içinde ele alıyor. Kendi doğrularını, kendi yanlışlarını bizzat kendilerinin görmesini istiyordu. Ama onlar sahip oldukları zihniyet gereği Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e çeşitli ithamlarda bulunmaktan geri kalmıyorlardı.

"İnkâr edenler: "Bu Kur'an Muhammed'in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir" dediler de haksızlık ettiler ve asılsız bir söz uydurdular. "Kur'an öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırılarak sabah akşam onun yanında okunmaktadır." Dediler. Ey Muhammed deki: Onu yerde ve göklerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O; bağışlayandır, acıyandır." (Furkân 25/4-6).

Peygamber konusunda da her türlü itham öne sürüldüğü gibi Peygamberden olağan üstü nitelikler de istenmiştir. Yani peygamber için deli, şair, kâhin vs. dendiği gibi beşerden bir peygamberi de kabul edememektedirler.

"Putperestler, bu ne biçim peygamber; yemek yer, sokaklarda gezer? Ona beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi; veya mahsulünden yiyip içeceği bir bahçesi olsaydı ya!" dediler. O zalimler inananlara: "Siz sadece büyülenmiş bir adama uymaktasınız" dediler. Ey Muhammed sana nasıl misaller getirdiklerine bir bak, onlar sapmışlardır. Hakk'a ulaştıran bir yol bulamazlar." (Furkân 25/7-9).

"Onlar, "Bize yerden bir kaynak fışkırmadıkça veya senin hurmalıkların, bağların olup ovalarından ırmaklar akıtmadıkça yahut da iddia ettiğin gibi, göğü tepemize parça, parça düşürmedikçe veya Allah'ı ve melekleri karşımıza getirip göstermedikçe, veyahut altından bir evin olmadıkça, yahut göğe çıkmadıkça sana inanmayacağız. "Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıkmana da asla inanmayacağız" dediler. Deki: Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak peygamber olan bir insandan başka birisi miyim?" (İsra 17/90-93).

Görüldüğü gibi müşrik Arap zihniyeti, peygamberden olağanüstü şeyler bekliyor, onu sadece insanüstü bir varlık olarak telakki etmek istiyor. Böyle bir zihniyet peygamber kavramına aykırıdır. Allah'a da bir nevi şirktir. Zira Allah'a ait bazı görevler peygambere yüklenmektedir. Peygamberi sadece mucizevi bir kişilikle tanımlamak onu beşerî vasıflardan sıyırıp uluhiyete yükseltmek Kur'an mantığı içinde şirktir. İşte bu nedenle Kur'an sık sık Hz. Peygamber'in beşer olduğunu vurgular. O da bizim gibi bir insandır. Ama vahiy alan bir insandır. Dolayısıyla yukarıdaki ayetlerde inanmayanların iddialarının mantıkî hiçbir temele dayanmadığı kuru isteklerden ibaret olduğu, Peygamberin ise görevinin onların isteklerini yerine getirmek olmadığı belirtiliyor.

Bütün bunlardan anlaşılan Kur'an'a göre dini inanç ve fikir ne olursa olsun kişi bunu ortaya koymalı, ifade etmeli, tartışmalı, muhakeme ve mantık süzgecinden geçirmeli, delillerini getirmeli, doğruyu-eğriyi görmelidir. Çünkü Kur'an yukarıda da söylediğimiz gibi insana inanma hürriyetini verdiği kadar, inanmama hürriyetini de verir.

Deki: "Ey insanlar! Rabbinizden size hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için girmiş olur. Kim saparsa, şüphesiz kendi zararına sapmış olur. Ben sizin bekçiniz değilim. " (Yunus 10/108).

İnsan sorumlu bir varlıktır. Kur'an sorgulayan bir kitaptır. İnananı inancından, inanmayanı inkarından sorumlu tutar. Durum böyle olunca ortaya 2 problem çıkıyor: Cihat ve İrtidat. Öyleyse bunlar ne anlama geliyor?

Cihat

İslam kelimesinin kök anlamları içerisinde "barış" anlamı da bulunmaktadır. İslam'ın uluslararası ilişkilerde benimsediği temel prensip karşılıklı güven ve barışa dayanmaktadır. Dolayısıyla her nereden gelirse gelsin şiddet, terör ve tethiş gibi insanlık dışı her türlü eylemin İslam'la uzaktan yakından bir alakasının olamayacağı açıktır. Durum böyle olunca cihat nasıl anlaşılmalıdır? Şunu her şeyden evvel kabul etmeliyiz ki cihat sadece savaş değildir. Onun sadece savaş sözcüğüyle yorumlanması yanlıştır. İslam bir kılıç dini değil bir tebliğ dinidir. Tebliğde hikmet ve güzel öğütler, aklî ve naklî deliller esastır. Nitekim şu ayette "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. ..." (Nahl 14/125). buyurulmaktadır. Ayrıca Allah yoluna davette yumuşak ifadelerin seçilmesi tavsiye edilmektedir: "Firavun 'a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar." (Taha 20/43-44). Durum böyle olunca inancı zorla kabul ettirmek için baskı uygulamak, silaha başvurmak ve savaş açmak hiç uygun düşmez. Öte yandan Kur'an'da diğer dinler ve toplumlarla ilişkilerde mütekabiliyet prensibinin esas olduğunu, dininden dolayı hiçbir kişiye ve zümreye baskı uygulanamayacağını, dileyenin müslüman olup dileyenin kendi dininde kalabileceğini belirten ayetler mevcuttur. Nitekim "Dinde zorlama yoktur..." (Bakara 2/256) ve "Sizin dininiz size benim dinim banadır" (Kâfirûn 109/6) ayetleri olayı çok güzel açıklamaktadır. Kaldı ki dinde zorlama yapılamıyacağı ilkesini Hz. Peygamber titizlikle korumuştur. Başka dinden olan çocukları İslam'a girmelerini zorlayan kişilerin ikaz edilmeleri (Ebu Davut, Cihat 116), Müslümanların mescidinde bile diğer din mensuplarının ibadetine Hz. Peygamber'in izin vermesi (Hamidullah, II, 183) İslam'da inanç özgürlüğünün ne boyutta olduğunu bize göstermektedir. Öte yandan Hz. Peygamber’in savaşları dikkate alındığında hiçbirisinde saldırganlık söz konusu değildir. Çünkü Hz. Peygamber, saldırgan olmadıkları sürece   hiçbir kabileyle müslümanlığı kabul etmediler diye savaşmamıştır. Hz. Peygamber'in   yaptığı bütün savaşlar hayatî ve zarurî şartlara bağlıdır. Yoksa müslümanlarla dinlerinden   dolayı   savaşmayan,   müslümanları   yurtlarından   sürüp çıkarmayan veya onları sürüp çıkaranlara yardım etmeyenlerle, adaleti uygulayanlarla barış içinde yaşamayı emreder.

"Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı âdil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah âdil olanları sever. Allah, ancak sizinle dini uğrunda savaşanları, sizi yurtlarından çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir. " (Mümtehine 60/8-9).

Kur'anî ayetler boyunca din yalnız Allah'ın oluncaya kadar, fitne tamamen ortadan kalkıncaya kadar savaşmayı, müşriklerin yakalandıkları yerde öldürülmelerini, Harem civarından sürülüp çıkarılmalarını emreden ayetleri, saldırgan topluluğun saldırganlığının sona erdirilmesi, yani barışın sağlanması için zorunlu olarak kabul edilen savaş hukukiyle alakalıdır. Savaşa özendirmeye değil, başlamış bir savaşı başarıyla bitirmeye yöneliktir. (Aktan, s. 84).

Şu halde savaşla ilgili bütün cihat ayetleri "Müslümanlara karşı yönetilmiş fiili bir tehdit ve tecâvüzü bertaraf etmek üzere nazil olmuşlardır. Harb hukukunu ve savaşın kurallarını tanzim etmektedir. Hz. Peygamber'in savaşları bu prensibin hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir. Bedir, Uhut ve Hendek savaşları hep müdafaa savaşlarıdır.Medine'deki Yahudi Kaynuka ve Nadir oğullarının sürgün edilmeleri, Kurayzalıların elebaşılarının katledilmeleri Medine sözleşmesine aykırı olarak iç savaş çıkarmaya kalkışmaları ve düşmanla işbirliği yapmaları nedeniyledir. Hayber seferi Medine üzerine bir hareket için Hayberlilerin hazırlık yapmakta oldukları haberinin alınmasıyla gerçekleşmiştir. Mekke’nin fethi Kureyşliler ve müttefiklerinin Hudeybiye barış antlaşmasına aykırı olarak Müslümanlara saldırmaları nedeniyle olmuştur. Huneyn seferi de keza Mekke'nin fethinden  hemen sonra Müslümanlara karşı başlatılan saldırı nedeniyle yapılmıştır. Tebük seferi ise Kuzey Araplarının Bizansın kışkırtmasıyla Medine aleyhine birleşmekte oldukları haberinin alınması nedeniyle yapılmıştır. İrili ufaklı diğer askeri hareketlerin tümü ya fiili bir tecavüzü püskürtme veya gerçekleşme aşamasında olduğu yönünde alınan doğrulanmış istihbarat üzerine gerçekleştirilen savunma nitelikli sefer veya savaşlardır. " (Aktan, s. 85).

Dolayısıyla cihat, hayatî ve zarurî şartlar dahilinde saldırganlığın önüne geçilmesi, zulmün engellenmesi, tevhidin insanlığa en güzel şekilde açıklanması için yapılan her türlü cehd, gayret ve çalışmanın adıdır. Bu itibarla cihatta temel prensip savaş değildir. Nitekim cihatın sadece savaştan ibaret olmadığını belirten pekçok ayet vardır.

"Doğrusu inanıp, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler... " (Enfal 8/72, Tevbe 9/20).

"Fakat peygamber ve onunla beraber inananlar mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler..." (Tevbe 9/88).

"İnananlar, ancak Allah'a ve peygamberine iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir." (Hucurat 49/15).

"Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edin. " (Tevbe 9/41).

Bu ayetlerden anlaşılan saldırganlığın önlenmesi, tevhidin yayılması, cehaletin ortadan kaldırılması gibi Allah yolunda yapılan her türlü faaliyetlere katılmak bir cihattır. Kimisi bedeniyle, kimisi malıyla, kimisi ilmiyle, kimisi çeşitli becerileriyle cihat faaliyetine katkıda bulunur.

İrtidat

İrtidat, bir müslümanın inancını terk ederek bir başka dine geçmesi veya ateist olmasıdır. Böyle kimselere mürted denir. İslam hukukçuları arasında "mürtedlere tekrar müslüman olmaları teklif edilir eğer kabul etmezlerse öldürülürler şeklinde yaygın bir görüş vardır. Hatta "dinini değiştireni öldürün" şeklinde bir hadise dayanırlar. (Buhari, Cihad, 14; Ebu Davud, Hudûd, 1; A. İbn Hanbel, Müsned, I, 2-7).

Kur'an'a baktığımız zaman mürted için öngörülmüş dünyevi bir ceza yoktur. Onların inançlı iken işledikleri amellerin boşa gittiği hatırlatılıyor. Konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir:

"... İçinizden dininden dönüp kafir olarak ölen olursa, onların yaptıkları işler dünyada ve ahirette de boşa gider. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada temelli kalırlar." (Bakara 2/216).

 "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah onların yerine başka bir topluluk getirecektir... " (Mâide 5/54).

"Şüphesiz ki kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarına dönenleri şeytan sürüklemiş ve kendilerine boş ümitler vermiştir. " (Muhammed 47/25).

Ayette geçen "sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse ... " ifadesinin "dininden dönüp de kafir olarak öldürülen" şeklinde olmaması da dikkat çekicidir. Bu ifade bize, dinden dönen şahsın kafir olarak da yaşamını devam ettirme hakkı olduğuna ve hayatının normal yolla bitmesinin gerektiğine işaret etmektedir. (Yiğit , s. 1 32).

Hz. Peygamber'in Kur'an'a muhalif bir şey söyleyemeyeceğini evvela kabul etmemiz gerekir. Kur' an'da önerilmeyen, mürted için dünyevi bir ceza nasıl oluyor da, Hz. Peygamber üstelik idam gibi ağır bir cezayla infazını emrediyor? Üstelik inanç ve düşünce özgürlüğünü savunan bir Kur'an'a karşı mürtedin bu özgürlüğünü nasıl kısıtlayıp, öldürtülmesini isteyebiliyor? Temel hadis kaynaklarında yer alan bu ahat hadisin "esbab-ı vürudu"nu iyi incelemek ve tarihi vakıaları iyi tesbit etmek gerekir.

Her şeyden evvel şunu bilmeliyiz ki, Hz. Peygamber müslümanlar arasındaki münafıkların varlığından haberdar olduğu halde onları cezalandırmamış hatta mescidden kovarak onları mahcup bile etmemiştir. Bu derece hoşgörülü bir peygamberin zorla tehditle dini benimsetmeye kalkması düşünülebilir mi? Her ne kadar Mekke'nin fethi sırasında Hz. Peygamber'in öldürülmelerini emrettiği bazı kimseler varsa da, bunların böyle bir emre muhatap oluşları, mürted olduktan sonra düşmanları müslümanların aleyhine provoke etmelerinden dolayıdır. (Yiğit, s. 1 2 2-1 23).

"Hz. Peygamber'in bir süre vahiy katipliğini yapan sonra irtidat edip tekrar Hıristiyan olan ve mensubu bulunduğu Neccaroğulları arasına dönerek Hz. Peygamber 'in yalancı olduğunu iddia eden mürted; Küba Mescidi karşısında Dırar Mescidi'ni inşa ettirerek Müslümanları bölmeye, Mekkeli müşriklerle Romalılardan yardım alarak Medine üzerine yürüyerek bir ordu oluşturulmasını sağlamaya çalışan Ebu Amir; Müslümanları işkenceyle öldürten Yemenli Esved b. Ka'b el-Ansî, Necd'li Müseyleme el-Kezzab gibi örnekler gözönüne alındığında Hz. Peygamber döneminde pasif bir mürted örneğinin bulunmadığı görülür. Esved ile Müseyleme fitnesi ancak I. Halife Hz. Ebu Bekir döneminde ortadan kaldırılabilmiştir. ... Hz. Peygamber döneminde başlayıp Hulefa-i Raşidin döneminde devam eden irtidat olayları siyasi otoriteyi zayıflatan, birliği bütünlüğü tehdit eden boyutta bir isyan hareketi olarak görülür. Hz. Peygamber'in "dinini değiştireni öldürün" emriyle bu eylemcileri kasteddiği açıktır. Ashab da bu emirle bunların kastedildiğini anlamıştır. Hz. Peygamber'in söz konusu emriyle ya içerde fitne çıkaran veya düşmanlara katılarak onlara güç kazandıran hainleri kasdettiği anlamını çıkarmak doğaldı. " (Aktan, s. 88).

Hz. Peygamber zamanında pasif bir mürted örneği yoktur. Dolayısıyla
mürtedlerin öldürülmesiyle ilgili hadis, tarihi vakıalara baktığımızda öldürme emrinin, düşünce ve inançtan dolayı değil çıkardıkları fitne, fesat, düşmanla işbirliği, huzur ve güveni bozma kısaca eylemlerinden dolayı olduğu kesin sonucuna varıyoruz.

Değerlendirme ve Avrupa Birliği

İşte Kur'an'ın beşeriyete tanıdığı bu inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde Avrupa Birliği 'ne girildiğinde ortaya çıkacak din boyutu nasıl ele alınabilir:

1) Avrupa Birliği, dini inanç ve düşünce itibariyle yeterli özgürlüğe sahip devletlerin oluşturduğu bir birliktir. Bugün Avrupa'da herkes dilediği inancı, dilediği düşünceyi ifade etme hürriyetine sahiptir. Böyle bir toplulukla entegrasyona Kur'an açısından   hiçbir   engel   yoktur.    Bilakis   Kur'an'ın  tanıdığı   hak   ve   hürriyetler küçümsenmeyecek kadar Avrupa'da mevcuttur.

2) Müslümanlar Kur'an'ın tanıdığı inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü
kendilerine uyarlamak zorundadırlar. Alternatif fikirleri, düşünceleri veya Kur'an'ın farklı yorumlarını hazmedemeyenler Avrupa Birliği'nin içinde ciddi bir sorun olacaklardır.

3) Cihat ve irtidat konusunda biz müslümanların yeterli bilgiye sahip olduğumuz söylenemez. Bugün kime sorsak cihatı, "kafirlere karşı yapılması gerekli bir savaş", mürtedi de "öldürülmesi gereken dinsiz" şeklinde tanımlayacaktır. Nitekim kendi toplumumuzda, müslümanın müslümanı önce kafir ilan edip sonra da ona cihat açtığına sık sık şahit olmaktayız.

Avrupa Topluluğu ile yapılacak bir entegrasyonda bu zihniyettekiler hem Avrupa hem de kendi içimizde sorun olabilirler. Zira, cihat ve irtidat zemini onlara göre her an oluşabilir. Bunun için evvela kendi toplumumuzda değerlerin ve kavramların iyi tartışılarak toplumu hazırlamamız gerekmektedir.

4) Hristiyan Batı Dünyası ile entegrasyonda, Kur'an'm önerdiği inanç ve düşünce özgürlüğünden yararlanarak, israiliyat ve hurafelerden arınmış, Kur'an'a, ilme ve akla dayalı bir din yorumunu ortaya çıkarmalıyız. Zira bugün Batı dünyasında Hristiyanlığı terkederek ateist olanlar kendilerine daha rasyonel bir din aramaktadırlar. Kur'an'a, akla ve ilme dayalı bir İslam anlayışı her insana gerekli olacaktır.

5) Batı dünyası ile entegrasyona İslam'ı, hristiyanlık ve yahudiliğin bir diğer adı veya biraz değişik şekli gibi bir imajla; Kur'an'ı da katı kurallar kitabı gibi onun özüne ve şanına yakışmayacak bir görünüm ile katılmamalıyız. Aksi takdirde batının ateistlerini (ki Avrupa gençliğinin %45'idir) ihtidaya davet etmek şöyle dursun kendi içimizden pekçok kişiyi mürted hale getiririz. Bunu önlemek için Kur'an'ı kendi sistematiği içinde semantik metodla tercüme ve tefsir ederek kendi toplumumuza ve Batı dünyasına sunmalıyız. (Yakıt, s.II, 412-417). Aksi takdirde Kur'an ayetlerini muharref Tevrat'ın yorumları veya kilise içtihatları ve hatta kendi dönemlerinin izlerini taşıyan klasik yorumcuların arkaik fikirleriyle tefsire kalkılırsa, böyle bir entegrasyonda gençlerimizi dinden uzaklaştırır ve ateizmin kucağına kendi ellerimizle iteriz. Bu konuda çok dikkatli olunmalıdır.


ALINTI

http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYANET/ilmi_dergi/ilmi/main.asp?makno=4
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Temmuz 04, 2013, 09:31:51 ös
Yanıtla #1
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Kuran içerik olarak anlaşılamadan içerdiği ifadelerden dogma mantığını çıkarmakta bana göre dogmadır.
Yanlış uygulanan içtihadler benim içinde dogmadır ama bunu bir bütüne yaymak ve sanki tamamı dogma olarak göstermek hem yanlış hemde  dogmadır.

Düşünce özgürlüğü insana verilmiş en büyük nimettir,bir yaratıcı inancı olduğu müddetçe tersine inanmak,kısıtlıyor  din düşünce özgürlüğü savına feveran etmek çok yanlıştır.İnsan aleni düşünmezki içinden düşünür gizli düşünür düşündüğünüde dilerse deklere eder hal böyle iken düşünce özgürlüğünün önüne hiç bir şey set olamazki.Yasak olan hangi şeyi insan sırf yasak olduğu için yapmıyorki.Adam öldürmek kanunen yasaktır ama yapıyoruz,hem din hemde laik hukuk sisteminde yasaktır hadi engellense ya,hangi yasak sırf yasak olduğu için uygulanıyorki.Dolayıs ile biz suç işlerkende özgür irademizle karar verip yapıyor yada yapmıyoruz,yani tamamen özgür irade ve özgür düşünce ile yapıyoruz.

Tüm bunları yaparken ses az çıkıyor yada önemsenmiyor ama söz konusu yanlış bilinen ve yanlış uygulanan bir konuda rahatça din özgür düşünceye aykırıdır yorumu rahatça yapıyorlar.
Karşı olsa ne olurki seni kim durduracak dedide ne oldu?
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Temmuz 04, 2013, 10:46:00 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811

Alıntı
mürtedlerin öldürülmesiyle ilgili hadis, tarihi vakıalara baktığımızda öldürme emrinin, düşünce ve inançtan dolayı değil çıkardıkları fitne, fesat, düşmanla işbirliği, huzur ve güveni bozma kısaca eylemlerinden dolayı olduğu kesin sonucuna varıyoruz.

Evet sayin R.T.E. da milyonlarca Gezi Direniscisine ayni bu söylemlerle saldiriyordu degilmi karahan kardesim?


Temmuz 04, 2013, 10:48:48 ös
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Tij

Baktığınız yer doğru  fikir yürütülesi bir mevzuu lakin konu bu değil.Gezi parkı ile en ufask bir alakası yok sizinde takdir edeceğiniz gibi.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Temmuz 04, 2013, 10:50:13 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811

Ve birde soru sorayim.

Bir sey hakkinda kesin bir bilginin olmamasi onun illahi ve kesin yanlis oldugu anlaminami gelir?

Örnegin uzayda bizden baska canlilarin oldugunu kesin belmiyoruz, bu uzayda kesin canli olmadigi anlamina gelirmi?


Temmuz 04, 2013, 10:52:51 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811

Alıntı
israiliyat
Sayin karahan arkadasim su kelimeyi biraz acabilirmisiniz?


Temmuz 04, 2013, 11:01:58 ös
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
israiliyat
Sayin karahan arkadasim su kelimeyi biraz acabilirmisiniz?


İsrâîliyyât, bir İslam dini terimi. İsrail kaynaklı rivayetlerin bütününü kastetmekte kullanılmaktadır.

İslami literatürde israiliyyat sözcüğü olumsuz bir anlama sahiptir. Genellikle tefsir ve hadis alimleri terimi sadece yahudi kaynaklı kıssalar olarak görmemiş daha geniş biçimde kullanmıştır.
Fakat terimin kullanım alanına ve yorumuna dair iki ana tanım vardır:
Tefsir ve hadise karışmış başta Yahudi olmak üzere zaman zaman Hristiyan veya daha eski kültür veya mitolojiler kaynaklı efsane ve asılsız kıssalar;
Kasıtlı olarak, İslam inancını tahrif etmek amacı taşıyarak, başta Yahudiler olmak üzere karşıt görüşlü gruplar tarafından tefsir ve hadise sokulmuş, eski kaynaklarda geçmeyen efsane veya asılsız kıssalar.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Temmuz 04, 2013, 11:11:04 ös
Yanıtla #7
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Ve birde soru sorayim.

Bir sey hakkinda kesin bir bilginin olmamasi onun illahi ve kesin yanlis oldugu anlaminami gelir?

Örnegin uzayda bizden baska canlilarin oldugunu kesin belmiyoruz, bu uzayda kesin canli olmadigi anlamina gelirmi?

Kesin,kati ve mutlak biz insanlar için bilimsel bir kabuldür,
İdrak edebildiğimiz aklımızla onayladığımız herşey mutlaktır.Varlığını göremediğimiz ama yokta diyemediğimiz,idrakını ise akıl ve hislerimizle yaptığımız bütüne ise inanç denir.Adı üstünde inanç mutlaklığı kişinin algısına göre değişir.Ölüm biz insanların bildiği bir şey değildir ama ölüm vardır deriz,lakin uykuda geçen vakte küçük ölüm denirki ölümü idrak edebilmemiz için bir örnektir.

Havayı sadece bir boşluk olarak görürüz ama cismi hakkında bilgimiz olmasada varlığını idrak ederiz hissederiz çünkü kullanırız.Bir şey hakkında kesin bir bilgi yoksa ona bir sıfat takılması gereklimidir allah ile özdeşleştirmek ,öğrendiğin kadar bilirsin kesin ve mutlağı önce anlamak lazımki tartışalım.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Temmuz 06, 2013, 01:25:46 ös
Yanıtla #8
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 405
  • Cinsiyet: Bay

sayın karahan devamlı islamla alakalı koular açıyorsunuz lakin burası islami bir site değil... Açıkça soruyorum buraya din propogandası için mi geldiniz yoksa masonluk hakkında bilgi alamak için mi?


Temmuz 06, 2013, 02:37:53 ös
Yanıtla #9
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Samuray

Rahatsız edici bir durummu var?neyinden rahatsız oldunuz,bu forumun masonlar.org olduğunu en iyi bilenlerdenim ben.Yazımda islami ezoterizm başlığı altında açılmış.Bu başlık bana ait değil masonlar.org açmış,yani ozaman şu demek oluyor ;
Masonlar  diyorki bu başlık altında bu konuları tartışabilirsiniz dolayısı ile sizin sorduklarınıza cevap olur sanırım.
Burada herhangi bir konuyu paylaşmak yazmak propaganda oluyor ise sizin mantığınıza göre masonlarda kendi propagandalarını bu siteyi açarak yapıyorlar dememiz lazım,yok biz öyle demeyelim öğrenmenin özüne hakaret olur.Ben propagandist değilim saçma sorulara cevap vermek durumundada değilim bunu bana soracağınıza rahatsız olduğunuz her ne ise beni moderasyona şikayet edebilirsiniz burada din propagandası yapılmasından rahatsız oluyolrum deyiverin olsun bitsin,kaldıki sırf sizde rahatsız değilsiniz bu konuların tartışılmasından.

Ben bu konuları ard arda sadece bir soruya cevap aramak için açtım ama cevap verebilen olmadığı gibi işi sadece polemiğe oturtmaya çalıştılar.
Sorunum şuydu aradığım yani;
İslamda,dinde,kuranda düşünce ve ifade özgürlüğü varmıdır?
bir başka başlık altında olmadığı iddia edildi bende bunun tersini olduğunu,alması gerektiğini savunuyorum tüm derdim bu şimdi siz bir daha okuyun ve propaganda bu işin neresinde bir daha bakın.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
8 Yanıt
11125 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 09, 2009, 03:14:08 öö
Gönderen: KUZEYDOĞU
20 Yanıt
35162 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 29, 2018, 11:36:20 ös
Gönderen: Ramazan
5 Yanıt
8158 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2012, 06:27:12 ös
Gönderen: akcanmd
3 Yanıt
6363 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 05, 2013, 07:51:59 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
5529 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2010, 02:18:57 ös
Gönderen: ceycet
3 Yanıt
6373 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 08, 2014, 10:04:32 ös
Gönderen: mbulut
13 Yanıt
12799 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 23, 2011, 01:08:39 öö
Gönderen: genius_md
0 Yanıt
3060 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 22, 2013, 09:22:13 öö
Gönderen: Etimolog
4 Yanıt
3108 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 02, 2015, 06:59:20 ös
Gönderen: ADAM
7 Yanıt
8482 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 18, 2015, 07:59:51 ös
Gönderen: karahan