Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ELEUSİS GİZEMLERİ  (Okunma sayısı 11577 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Temmuz 27, 2010, 10:45:52 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Kadim dini gizemler arasında en meşhuru, Eleusis şehrinde Ceres (Demeter, Rhea, veya Isis) ve kızı Persephone onuruna beş yılda bir kutlanan Eleusis Gizemleri’dir. Eleusis okulunun inisiyeleri, felsefi kavramlarının inceliği ve gündelik yaşamda gösterdikleri ahlaki standardın yüksekliği nedeniyle bütün Yunan’da ünlüydü. Bu faziletleri nedeniyle Gizemler, Roma ve Britanya’ya kadar yayılmış, daha sonraki inisiyasyonlar bu ülkelerde verilmiştir. Kutsal dramların ilk sahnelendiği yer olan Attika’da (Eleusis’de) yaşayan insanların ismini alan Eleusis Gizemleri’nin, İsa’dan yaklaşık on dört asır önce Eumolpos tarafından ku­rulduğu kanaati yaygındır. Bu gizemi oluşturan ilkeler Platoncu felsefe sistemi sa­yesinde modern zamanlara kadar gelebilmiştir.

Eleusis kültü doğanın en değerli gizlerinin mistik yorumlarıyla, kendi devri­nin medeniyetlerini etkileyip zaman içinde birçok küçük okulu içine almış ve bu daha küçük oluşumların sahip olduğu bütün değerli bilgileri kendi sistemiyle bütünleştirmiştir. Heckethorn, Ceres ve Baküs Gizemler’ini, İsis ve Osiris kültlerinin dönüşmüş bir hali olarak görmüştür. Gerçekten de kadim dünyanın gizli okullar diye adlandırılan bütün yapılarının kökleri gökyüzünde, dalları yeryü­zünde olan ve tıpkı insan ruhu gibi görünmez olduğu halde mevcut araçlara ifade kazandıran daimi bir sebep olan tek bir felsefi ağaçtan türediğine inanmak için çok neden vardır. Gizem okulları bu tek felsefi ışığın yayıldığı kanallardır. Gi­zemlerin inisiyeleri, ruhani kavrayışları ve berrak zekâlarıyla, bu ilahi ağacın kusursuz meyveleri ve maddi dünya huzurunda Işık ile Hakikat’in gizli kaynağının kanıtlarıydılar.

Eleusis kültü, Küçük ve Büyük Gizemler olarak ikiye ayrılırdı. James Gard­ner’a göre Küçük Gizemler, Agrae kentinde bahar aylarında (muhtemelen bahar ekinoksu vaktinde), Büyük Gizemler ise Eleusis veya Atina’da sonbaharda (muhtemelen sonbahar ekinoksunda) kutlanırdı. Birincisinin yılda bir, ikincisininse beş yılda bir gerçekleştiği varsayılmaktadır. Eleusis ritüelleri çok gelişmiş ritü­ellerdi ve bu ritüelleri anlamak için Yunan mitolojisini derinliğine bilmek gere­kiyordu. Çünkü bu ritüeller, gizem okulları tarafından inisiyelerin gizli anahtarlarıyla ezoterik açıdan yorumlanıyorlardı.

Küçük Gizemler Persephone’ye adanmıştı. Eleusinian and Bacchic Mysteries [Eleusis ve Baküs Gizem Okulları] adlı eserinde Thomas Taylor okulun amaçlarını şu şekilde özetler: “Küçük Gizemler kadim kurucusu olan tanrıbilimciler ta­rafından, saf olmayan ruhun yersel bir bedenle sarmalanmış, maddi ve fiziksel doğayla kuşatılmış durumunu göstermek için kurulmuştur.”

Küçük Gizemlerinde geçerli olan efsanede Ceres’in kızı Persephone, yeraltı tanrısı Plüton veya Hades tarafından kaçırılır. Persephone güzel bir korulukta çiçekler toplarken yer birdenbire açılır, ölümün karanlık efendisi muhteşem savaş arabasıyla kasvetli derinliklerden çıkar ve çığlıklar atıp çırpınan tanrıçayı yeraltı âlemine götürerek kraliçesi olmaya zorlar.

Birçok inisiyenin bile bu alegorinin mistik anlamını kavradığı kuşkuludur, birçoğu için bu efsane sadece mevsimlerin birbirini takip etmesiyle ilgilidir. Gizem okullarıyla ilgili tatmin edici bilgi edinmek her zaman zordur; çünkü adaylar iç gizleri avama ifşa etmemek için sessizlik yemini etmişlerdir. İnisiyasyon sere­monisinin başında aday, bu amaç için kurban edilen hayvan postunun üzerinde durur ve ona verilmek üzere olan kutsal hakikatleri açığa vuracaksam ölüm du­daklarımı mühürlesin, diye yemin eder. Bununla birlikte bazı dolaylı yollarla kimi sırlar bugüne kadar ulaşmıştır. Nefoitlere verilen öğreti özet olarak şöyledir:

Eleusis Gizemleri’nde genellikle Psyche denilen ve Persephone’yi sembolize eden insan ruhu, esasında maddi olmayan, ruhani bir şeydir. Onun gerçek evi yüksek âlemlerdir. Burada maddi suret (şekil) ve maddi kavramların bağlarından özgür olarak tümüyle canlıdır ve kendini eksiksiz ifade eder. Bu öğretiye göre in­sanın fiziksel, beşeri doğası bir mezar, bir bataklık, bütün hüzün ve ıstırabın kay­nağı olan, sahte ve fâni bir şeydir. Platon bedeni ruhun tabutu olarak tarif eder ve bununla yalnızca insanın cismini değil, aynı zamanda beşeri doğayı kast eder.

Küçük Gizemlerin kasveti ve sıkıntısı, beşeri ortamın sınırlarını ve yanılsamalarını kabul ettiği için kendini dışa vuramayan spritüel ruhun ıstırabını temsil eder. Eleusisçi savın özü, insanın ölümden sonra hayatta olduğundan ne daha iyi ne de daha akıllı olmasıdır. Buradaki geçici misafirliği sırasında cehaletin üze­rine yükselmezse, ölünce, sonsuza kadar amaçsız dolaştığı, bu yaşamda yapmış olduğu hataları sonsuza kadar yaptığı ebediyete gider. Burada mal mülk arzu­sunu yenemezse, bu arzuyu kendisiyle birlikte görünmez âlemlere taşıyacak ve burada arzusunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği için sonsuza kadar acı çe­kecektir. Dante’nin Cehennemi, ruhani doğalarını açlığın, alışkanlığın, bakış açı­larının ve kişiliklerinin sınırlamalarından kurtaramayan insanların acılarını sembolik olarak anlatır. Fiziksel hayatlarında kendilerini geliştirmek için bir şey yapmayan (ruhları uyku halinde olanlar) ölümde Hades’e giderler ve burada hayat boyunca uyudukları gibi sonsuza kadar yan yana uyurlar.

Eleusis filozofları için fiziksel dünyaya doğmak kelimenin tam anlamıyla ölümdür; ruhani anlamda tek gerçek doğum insanın spiritüel ruhunun kendi etsel doğasının rahminden çıkmasıdır. Longfellow “Ruh uyuyan bir ölüdür,” der ve bu mısrasıyla Eleusis Gizemleri’nin özüne dokunur. Tıpkı suda (kadimlere göre bu geçici ve yanılsamalı element, maddi evreni temsil ederdi) kendine bakan Narcissus’un bir yansımayı kucaklayabilme uğruna ha­yatını kaybetmesi gibi, doğanın aynasına bakıp yansımasını gördüğü cansız toprağı, kendi ger­çek benliği kabul ederek fiziksel hayatın ona sunduğu kendi ölümsüz, görünmez benliğini gerçekleştirme şansını yitirir.

Bir kadim inisiye canlıların ölüm tarafından yönetildiğini söyler. Sadece Eleusisçi hayat anlayışını bilen insanlar bu ifadenin gerçek anlamını kavrayabilirler. Bu söz, insanların çoğunun yaşayan ruhları tarafından değil, akılsız (dolayısıyla ölü) hayvani kişilikleri tarafından yönetildikleri anlamına gelir. Bu Gizemlerde ruh göçü ve reenkarnasyon da öğretiliyordu, ancak biraz farklı bir biçimde.

Gece yarısı gayp âlemlerinin yeryüzü küresine çok yaklaştığına ve maddi varoluşa yaklaşan ruhların gece yarısı saatinde maddi varoluşa geçtiğine inanılırdı. Birçok Eleusis seremonisi gece yarısı yapılmıştır. Dünya hayatlarında yüksek doğalarını uyandırmayı başaramayan ve şimdi gayp âlemlerinde, kendi yarattıkları bir karanlıkla çevrili olarak avare bir biçimde dolaşan bu uyuyan ruhlardan kimileri, bazen, gece yarısı vaktinde dünyaya girer ve çeşitli yaratıkların şekline bürünürler.

Eleusis mistikleri, intiharın kötülüğü üzerine çok vurgu yapmışlar, bu gü­nahla ilgili ifşa edemeyecekleri çok derin bir gizemi bildiklerini açıklamışlar ve kendi hayatlarına kıyanları çok büyük acılar beklediği konusunda müritlerini uyarmışlardır. Bu bahsedilenler, özetle, Küçük Gizemler inisiyelerine verilen ezoterik doktrini oluştururdu. Bu aşama büyük ölçüde felsefi fırsatlarını kullanmada başarısız olanlarla ilgili olduğu için inisiyasyon odaları yeraltındaydı ve ritüelistik dramlarda Hades’in dehşetengiz hikâyeleri canlı bir şekilde tasvir edilirdi. İşkenceler, sınamalar ve tehlikelerle dolu dehlizleri başarıyla geçtikten sonra adaya Myste unvanı verilirdi. Bu, perdenin ardından gören veya görüsü bulutlu olan anlamına gelirdi. Fakat aynı zamanda adayın perdenin önüne getirildiğini ve bu perdenin daha yüksek derecelerde yırtılacağı anlamına gelirdi. İman yolunda kalbin sözünü dinleyerek hakikat arayan kişiyi gösteren modern “mis­tik” terimi, muhtemelen bu kadim kelimeden türemiştir. Çünkü iman, görünme­yen veya örtülü şeylerin gerçekliğine olan inanç demektir.

Adayın Küçük Gizemler’in sınavlarını başarıyla atlattıktan sonra girdiği–belki

o zaman bile kabul edilmediği– Büyük Gizemler, Persephone’nin annesi Ceres’e aitti. Bu Gizemde Ceres, kaçırılan kızını bulmak için dünyayı dolaşırken temsil edilir. Ceres kayıp çocuğunu (ruh) bulmak için yanında iki meşale –sezgi ve akıl– taşır. Sonunda Persephone’yi Eleusis’ten çok uzak olmayan bir noktada bulur ve minnettarlığı nedeniyle oradaki halka buğday ekimini öğretir. Ayrıca gizem okul­larını kurar. Ceres ölülerin ruhlarının tanrısı olan Plüton’un önüne çıkar ve ondan Persephone’nin evine dönmesine izin vermesini ister. Tanrı, Persephone ölüm­lülük meyvesi olan nardan yediği için, önce bunu yapmayı reddeder, sonra uz­laşmaya yanaşarak Persephone’nin, yarım yıl Hades’in karanlığında onunla birlikte yaşamayı kabul etmesi şartıyla yılın geri kalan yarısında yukarı dünyada yaşamasına izin verir.

Yunanlılar Persephone’nin solar enerjinin tezahürü olduğuna inanıyorlardı. O kış ayları boyunca Plüton’la birlikte yeraltında yaşıyor, fakat yazın bereket tanrıçasıyla birlikte geri dönüyordu. Efsaneye göre çiçekler Persephone’ye âşık­tır ve o, Plüton’un karanlık âlemi için yeryüzünden ayrıldığında bitkiler ve çi­çekler yas tutarak ölürler. İnisiye edilmemiş avamlar bu konularda kendilerine ait görüşlere sahipken, Yunan alegorilerinin hakikatleri, bu yüce felsefi ve dini me­sellerin büyüklüğünü kavrayabilen rahipler tarafından güvenle saklanmışlardır.

Thomas Taylor, Büyük Gizem öğretilerini aşağıdaki şekilde özetler: “Büyük Gizemler üstü kapalı bir şekilde, mistik ve harika görülerle, maddi doğanın kirlenmesinden arındığı ve sürekli olarak entelektüel (ruhsal) görüye yükseltildiği zaman burada ve bundan sonraki hayatta ruhun kavuşacağı saadeti ima eder.”

Küçük Gizemlerin bilincin yanılsama âlemine dokuz günde (embriyolojik açı­dan dokuz ayda) inip, gerçekdışının peçesine bürünmesini anlatması gibi, Büyük Gizemler de ruhani yenilenme ilkelerini anlatıp inisiyelere maddi cehaletin bağlarından özgürleşmenin basit, ama aynı zamanda doğrudan ve eksiksiz yöntemini ifşa ediyordu. Tıpkı Caucasus dağına zincirlenen Prometheus gibi, insanın yük­sek doğası onun yetersiz kişiliğine zincirlenmiştir. Dokuz günlük inisiyasyon aynı zamanda insan ruhunun dünyevi bir bedene bürünürken geçtiği iniş sürecindeki dokuz küreyi (veya âlemi) sembolize eder.

Yüksek dereceden müritlere verilen gizli ruhani gelişim alıştırmaları bilinmi­yor; ancak bunların Brahmanik Gizemler’dekine benzer olduğuna inanmak için bir sürü neden vardır. Çünkü Eleusis Gizemleri’nin Sanskritçe “Konx Om Pax” kelimeleriyle bittiğini biliyoruz.

Alegorinin, Persephone’nin Plüton’la kalmak zorunda olduğu altı aylık dönem ile yukarı dünyayı ziyaret ettiği ikinci altı aylık dönemden bahseden kısmı, derin tefekkür için epey malzeme sunar. Büyük ihtimalle Eleusis inisiyeleri ruhun uyku sırasında vücudu terk ettiğini veya en azından özel bir eğitimle terk etmeyi öğ­renebileceğini biliyorlardı. Böylece Persephone uyanık saatlerde Plüton’un âle­minin kraliçesi olarak kalırken, uyku saatlerinde spritüel âlemlere yükselebilir. İnisiyelere, Persephone’yi (inisiyenin ruhunu) maddi doğasının karanlığından yükselip kavrayış ışığına kavuşmasına izin vermesi Plüton’la nasıl konuşacakları öğretilmişti. Toprağın ve katılaşmış kavramların kelepçelerinden bu şekilde özgürleşen inisiye, sadece bu hayat boyunca değil, sonsuzluk boyunca özgürleşmiştir. Çünkü ölümden sonra cennet denilen üst âlemde tezahür etmesini sağlayan araçları bir daha yitirmeyecektir.

Aşağıdaki karanlık hali gösteren Hades fikrinin karşıtı olarak, tanrıların dağ­ların doruklarında yaşadıkları söylenirdi. Bunun çok iyi bilinen örneği Yunan tanrılar meclisinin on iki tanrısının birlikte yaşadığı Olimpos dağıdır. O halde inisiye edildiği dehlizlerde dolaşan Neofit, ruhun aşağı âlemlerden saadet  âlem­lerine yükselişini gösterecek şekilde giderek daha çok aydınlatılmış odalara giri­yordu. Bu odadan odaya geçişin sonunda duvarları resimlerle süslü büyük bir odaya giriyordu, bu odanın merkezinde tanrıça Ceres’in ışıklar içinde heykeli dururdu. Burada muhteşem cüppeleri içinde papazlarla çevrili olarak Hierop­hant’ın önünde ona en yüksek Eleusis Gizemleri öğretilirdi. Bu seremoninin so­nunda aday Epoptes olarak selamlanırdı; Epoptes doğrudan bakan veya gören anlamına gelir. Aynı nedenle inisiyasyona otopsi denirdi. Bundan sonra Epoptes’e bazı kitaplar verilirdi. Gizli öğretilerin ve talimatların yazılı olduğu taş tablet­lerden oluşan bu kitap muhtemelen şifreliydi. John A. Weisse, The Obelisk in Freemasonry [Hürmasonlukta Dikili Taş] adlı eserinde Eleusis Gizemleri’nde görev alan şahısların inisiyasyonu yöneten bir erkek bir de kadın kâhin, bir kadın ve bir erkek meşale taşıyıcısı, bir erkek haberci, bir erkek ve bir kadın sunak hizmetlisinden ibaret olduğunu söylüyor. Bunlardan başka görevliler de vardı. Aynı yazar, Porphry’e göre kâhinin Platon’un Demiurgus’u, yani dünyanın yaratıcı­sını; meşalecinin Güneş’i, sunak görevlisinin Ay’ı, elçinin Hermes, yani Mer­kür’ü ve diğer görevlilerin de küçük yıldızları temsil ettiğini söylüyor. Mevcut kayıtlara göre ritüeller sırasında doğaüstü tuhaf olaylar olmaktadır. Birçok ini­siye, tanrıları bizzat gördüklerini iddia etmiştir. Bunun dini vecdin mi, yoksa gö­rünür rahiplerle görünmeyen güçlerin işbirliğinin bir sonucu mu olduğu bizim için bir sır olarak kalacaktır. Apuleius Altın Eşek adlı eserinde Eleusis Gizem­leri’ne inisiyasyondan –büyük bir ihtimalle kendi inisiyasyonundan– şu şekilde bahsetmektedir. “Ölümün hudutlarına kadar indim, Proserpine’nin eşiğinden geçip kendimle birlikte bütün elementleri getirerek geri döndüm. Gece yarısında muhteşem bir ışıkla parlayan güneşi gördüm, ona doğru çekildim, yukarıda ve aşağıdaki tanrılara, ve hemen tapındım onlara.”

Eleusis Gizemleri’ne kadınlar ve çocuklar da katılıyordu, bir tarihte gizem­lerin binlerce inisiyesi olmuştur. Bu devasa sayıda müridin hepsi en yüksek ru­hani ve mistik öğretilere hazır olmadığı için cemaat içinde bazı ayrımlar kaçınılmaz olmuştur. En yüksek öğretiler sadece sınırlı sayıda inisiyeye verili­yordu; akıllarının üstünlüğü dolayısıyla bu kişiler temeldeki felsefi kavramları çok iyi anladıklarını kanıtlayan insanlardan oluşuyordu. Sokrates, Eleusis Gi­zemleri’ne inisiye olmayı reddetmiştir; üyesi olmadığı halde ilkelerini bildiği için, üye olmanın dilini tutmak anlamına geldiğini anlamıştı. Kadim dünyanın en büyük zihinlerinin ona duyduğu saygıdan Eleusis Gizemleri’nin yüce, sonsuz hakikatleri barındırdığını anlayabiliyoruz. M. Ouvaroff sormaktadır, “Eğer kâhin sadece kendinin veya tarikatın görüşlerini haykırmakla yetiniyor olsaydı, Pin­dar, Platon, Cicero, Epictetus gibi isimler onlardan büyük bir saygıyla bahseder miydi?”

Adayların inisiyasyon sırasında giy­dikleri kıyafetler yıllarca saklanır ve neredeyse kutsal niteliklere sahip olduklarına inanılırdı. Ruhun bilgelik ve erdem dışında hiçbir örtüsü olamayacağı için, henüz gerçek bilgiye ulaşmamış olan adaylar Gizemlere çıplak olarak ka­tılırlar, onlara önce bir hayvan derisi, ar­dından inisiyelerden aldıkları felsefi öğretileri sembolize edilen kutsal cüppe­ler verilirdi. İnisiyasyon sırasında aday iki kapıdan geçerdi. Aşağı âlemlere açı­lan birinci kapı, onun cehalete doğuşunu sembolize ederdi. İkinci kapı görünme­yen ışık kaynaklarıyla iyice aydınlatılan ve içinde Ceres’in heykeli bulunan ışıklı bir odaya açılırdı. Bu oda, Işık ve Haki­kat’in ikametgâhı üst âlemi sembolize ederdi. Strabo, büyük Eleusis tapınağı­nın yirmi ile otuz bin insanı alabildiğini söylemektedir. Zerdüşte adanan mağaralarda da ölüm ve doğumu sembolize eden iki kapı bulunurdu. Porphyry’den alınan şu alıntı Eleu­sisçi sembolizmin aslına hayli uygun bir tasvirini sunar: “Aydınlatıcı ilke olan ve en latif ateşin içinde bulunan Tanrı, kendilerini maddi hayatın üstüne çıkarama­yan insanların gözleri için görünmez kalır. Bu açıdan, şeffaf cisimler, kristaller, Paros mermeri ve hatta fildişi, ilahi ışık fikrini çağrıştırır. Altın ise kararmayan maden olarak onun saflığını gösterir. Bazıları kara taşın ilahi özün görünmezli­ğini sembolize ettiğini düşünmüştür. Mutlak aklın temsili için, Tanrı güzel bir insan biçiminde temsil edilir (Tanrı güzelliğin kaynağı olduğu için). Tanrı’nın bütün özelliklerini göstermek için farklı yaşlardan, farklı duruşlarda –oturan veya ayakta– her iki cinsiyetten, bir bakire ve bir bakir, bir koca ve bir gelinle temsil edilir. Aydınlık olan her şey tanrılara atfedilir; küre, küresel her şey, evren, güneş, ay ve bazen talih ve umut. Daire, bütün dairevi şekiller, sonsuzluk, gök­sel hareketler, göklerin bölgeleri ve felekleri.

Dairelerin bölümleri, ayların fazları, piramitler ve obeliskler, yanıcı ilkeler gibi  semboller aracılığıyla gökyüzünün tanrıları işaret edilirdi. Bir koni güneşi, bir silindir yeryüzünü, fallus ve üçgen (bir matriks sembolü) doğurganlığı işaret eder.” (Bkz. Essay on the Mysteries of Eleusis [Eleusis Gizem Okulları Üstüne Bir Makale], M. Ouva­roff).

Heckethorn’a göre Eleusis Gizemleri en uzun yaşamış olan gizem okuludur ve Hıristiyanlık inancını kabul etmeyen herkesi zalimce yok eden Theodosius tarafından son verilene dek, neredeyse MS 400 yılına kadar cemiyet olarak varlığını sürdürmüştür. Felsefi cemiyetlerin en büyüklerinden biri olan bu cemiyet için Cicero onun insana sadece nasıl yaşayacağını değil nasıl ölüneceğini de öğ­rettiğini söyler.

Manly P. Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretiler


Antik gizemler yeterince incelendiğinde,yerleşik dinlerde kullanılan alegorilerin,sembolerin,inanç unsurlarının örtüştüğünü kolaylıkla görüyoruz.Bundan sonra yayınlayacağım gizemlerde bunu daha bariz göreceksiniz.

Bu durum bizi nereye götürür?...İyisi mi,buna herkes kendisi karar versin.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Temmuz 27, 2010, 11:04:38 öö
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Oldu olacak bir eleştiri de buna iliştireyim.

Neden en ünlüsü (meşhuru) imiş?... Öz be öz Helen olduğu için mi?... Hayır, bence Mısır ve Anadolu Gizemleri ondan çok daha ünlüdür ve çok daha önemlidir. Eleusis Gizemleri bunlardan esinlenilerek ve yararlanılarak sonradan oluşturulmuştur.

Belki gereksiz bir eleştiriydi bu; bir işe de yaramaz. Ancak okuyan forum üyeleri ve izleyicileri, Eleusis'in kronolojik olarak daha sonra geldiğini bilmeli. 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Temmuz 28, 2010, 09:20:42 öö
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın ADAM haklı,

Helen gizemlerinin tamamı,kadim Mısır,Anadolu ve Sümer gizemlerinden birebir etkilenerek oluşturulmuştur.Bu gizemleri oluşturanların birçoğu,özellikle Antik Mısır'da inisiye olmuştur.

Benim dikkati çekmek istediğim konu,Antik Helen gizemlerinden öncesi değil,özellikle sonrası...Acaba,onlardan kimler etkilenmiştir?...


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Temmuz 28, 2010, 10:58:44 öö
Yanıtla #3
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sonrası...

Bana Sayın Ceycet yanıtını bildiği soruyu soruyor gibi geliyor.

Ne denli doğru olduğunda kararsızım ama genelde "aydınlanma felsefesi" diyebileceğimiz türden bir öğretisi olan ve elbette ki içrek (ezoterik, batıınî) bir örgütlenme ve çalışma sistemi izleyen, hele bir de şu ya da bu şekilde "yeniden doğuş"  kavramını önemseyen, daha sayayım mı, bu gibi özellikleri olan Antik Çağ sonrası her kurum Antik misterler'de olasıyla etkilenmiş ve esinlenmiştir. Bu arada Batı kültürü özellikle Rönesans sonrasında hayli ağırlık taşıdığından Sayın Ceycet'in dediği gibi kökeni Sümer, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da olan kültürler, Antik Helen'de çok iyi irdelenmiş ve biçimlendirilmiş olduğu için öncelikli olarak değerlendirilmiştir. Bu kültürün, doğuşundan bir süre sonra İslâm kültürü üzerinde bile olağanüstü düzeyde etkisi olmuştur.

Sevgiler.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Temmuz 28, 2010, 12:05:36 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Öngördüğüm,beklediğim yanıt sayın ADAM'dan geldi.Zaten forumun klasik işleyişide,farklı bir durumda bizleri şaşırtırdı.Eksik olmasın.Umarım hep bizlerle olur.

Demek ki,kronolojiyi izlediğimizde,kaynaklar örtüşüyor ve aynı noktayı işaret ediyor.Yerleşik kabullerin tamamı,aynı ve benzer kaynaklardan;söylenenlerin biçimi farklı olsada,öğretinin özü BİR.

İşte tam bu nokta da ben;öfkeleniyorum,üzülüyorum,umutsuzluğa kapılıyorum,yıpranıyorum,kendimi kaybediyorum.

Neden binlerce yıldır hepsöylene gelen aynı gerçeği anlamakta,kavramakta zorlanıyoruz?

Bağnazların,din tacirlerinin,asalakların,tecavüzcülerin istismarına nasıl bukadar açık olabiliyoruz?

Bunca iletişim olanağına rağmen, çağımızda nasıl oluyorda bunca hurafe yer edinebiliyor?

Nasıl oluyorda,farkında olmadan aynı şeyleri söyleyen farklı kimliklerin takipçileri olduklarını sanan zavallılar,birbirlerine düşman olabiliyor?

Bu kıyımın sebebi,yerleşik dinlerin peygamberleri olabilir mi?Onlar olmasalardı,inananlar benimsediklerini siyasi zeminden uzak tutmayı başararak kardeşçe yaşayabilir,daha kolay kavrayabilirlermiydi?

Anlamıyorum,anlayamıyorum,anlayabileceğimi de sanmıyorum.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
6055 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2010, 10:59:52 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
6069 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 10, 2013, 08:00:22 ös
Gönderen: ruzber
1 Yanıt
12343 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2010, 10:48:28 öö
Gönderen: ceycet